KIVRIM KIVRIM AKAN SULARDADIR BEREKET
SELİM GÜRBÜZER
Belli ki ilk hayatın sudan başladığını
unutalı yıllar olmuş. Bu yüzden olsa
gerek ısrarla ‘Tuna nehri akmam’ diyor. Her
ne kadar bu kahramanlık marşımızın dizeleri savaşta yaşananlar için söylense de
hem niye aksın ki. Çünkü tüm akan suların ab-ı hayat bereket olduğunu
unuttuğumuz gibi Tuna’yı da unutmuşuz maalesef.
Baksanıza o meşhur Tuna nehrimiz şimdilerde mas maviliğini yitirmiş
durumda da. Yetmedi çevre kirliliği akarsuları da derinden vurmuş gözüküyor.
Hakeza Ren nehri de muzdarıp durumda. Öyle ki Avrupalılar bu nehre artık ‘Avrupa kanalizasyonu’ demekteler bile. Neyse
ki kirletilen sular yine de bir şekilde çevre kirliliğine meydan okurcasına
kendi su döngü deveranını işletip tekrar kullanılır hale gelebiliyor. Zira
gerek insanların kullandığı sulardan arta kalanlar, gerek bitkilerin terleme
yoluyla (transpiration) tabiata bıraktıkları damlacıklar, gerek hayvanlardan
terleme (perspiration) yoluyla ayrışan su damlacıkları, gerekse nehir, göl ve
denizlerde buharlaşmayla açığa çıkan suyun atmosferde toplanmasının akabinde (Evapo-transpiration) üzerimize tekrardan rahmet yağmuru şeklinde
yeryüzüne bereketli ve temizlenmiş halde dönebiliyor. Yani bu demektir ki yeryüzüne
düşen yağışın 1/3’ü kadarı akarsular vasıtasıyla yeniden denizlere aktarılmak
suretiyle deveran tamamlanmakta. Nitekim su sirkülasyonu (deveranı) süreci içerisinde uzmanların
bildirdikleri tahmini verilere bir bakıyorsun döngü içerisine giren sular nehirlerde
haftada bir yenilenirken, göllerde 10
ila 100 yıl arasında bir kez yenilenmekte olduğu, denizlerde ise 3600 yılda bir
tazelenip yenilendiğini görüyoruz. Anlaşılan o ki, bu söz konusu su döngüsü sayesinde tüketilen su
miktarı deveranını tamamladığında eksik olanda tamamlanıp bereketlenmekteyiz. Ve dahi temizlenmekteyiz de. Zaten bu su
döngüsünün yaratılışından bu güne devri daim eylemeseydi atmosferden yeryüzüne inen
yağmur sularının yerin alt katmanlarında kala kalıp artık bu noktadan sonra su döngüsünden
ve su bereketinden bahsetmek mümkün olmayacaktı. Bir başka ifadeyle yağan
yağmur suları ve kar suları yerin alt katmanlarında döngü dışında
konumlanacağından kayıp sudan bahsetmiş olacaktık. Hakeza tabiatta su döngüsü
deveran eylemeseydi yediğimiz gıdalarında bir anlamı kalmayıp her yediğimiz kuru
gıdaları susuzluktan sindiremeyecektik. Hele biyoloji derslerinde öğrendiğimiz
kadarıyla vücudumuzun %73’ünün su olduğunu hesaba kattığımızda vücudumuz için
elzem olan su döngüsünün ne denli önemli bir ab-ı hayat ve bereket kaynağı
olduğu kendiliğinden ortaya çıkmış olur.
Evet, gerçekten de öyle anlaşılıyor ki, suyun paha
biçilmez bir nimet olmanın ötesinde çok büyük bereket kaynağıdır da. Madem öyle, suyu canlı cansız mahlûkat için ab-ı hayat
kılan Yüce Allah’a yaradılış gayemizin gereği çokça şükretmemiz gerekir. Hem nasıl
şükretmeyelim ki, hele şu suyun akışına ve güzelliğine bak ki ağaçların ve
bitkilerin gövdesine ve tepelerine yükselerekten akıp hayat kaynağı olduğu gibi
yatağında kıvrım kıvrım dağ bayır şehir demeden aşağılara doğru nehirler gibi
süzülerekten su üstü ve su altında ki canlılara da ab-ı hayat bereket olmakta. Hazır
aşağıya doğru akan akarsu gerçeğinden bahsetmişken birde alışılmışın dışında bir
başka istisnai bir nehir akıntı gerçeği daha vardır ki, onu da bakın İbn Battûta
Seyahatnamesinde nasıl dile getiriyor kendi anlatımından bir izleyip görelim:
-“Nil diğer nehirlerin aksine güneyden
kuzeye doğru akar; aşırı sıcaklarda öbür ırmakların suyu azalıp kururken Nil’in
suyu çoğalır. Ama diğerlerinin suyu taştığı sırada Nil’inki eksilir; Nil’in
ilginç özelliklerinden biridir bu. Sind nehri de böyle. Nil sularının kabarmaya
başlaması “Haziran”dadır ki buna “Yunya”
ayı denilir. Suyun yüksekliği 16 arşını bulunca sultanın haracı
tamamdır! Bir arşın daha yükselirse o sene bolluk bereket olur. 18 arşına
çıktığı takdirde ekili alanlara zarar verir, veba getirir. 16 arşından bir
eksik olsa sultanın gelirinde azalma olur. İki eksik olduğu zaman halk yağmur duasına
çıkar. Korkunç kayıptır bu.” (Bkz. İbn
Battûta Seyahatnamesi, Çeviren A. Sait Aykut, Yapı Kredi Yayınları, sayfa 49,
5. Baskı 2016)
Ayrıca İbn Battûta’nın göz yanılması olarak
seyahatnamesinde belirttiği Halep şehrin dışında Hama’dan geçen Âsî nehri
vardır ki uzaktan bakan, suyun aşağıdan yukarıya aktığını zannedermiş, oysaki
normal akışında akan bir nehirdir. İşte
Seyahatnamede geçen ifadelerden de anlaşıldığı üzere sadece Nil’in kendine özgü
bir akışkanlık yönü söz konusudur. Malum Nil’in haricinde bir diğer dünya
sathında yatağından aşağılara doğru boylu boyunca kıvrım kıvrım akan nehirlerin
genel karakteristik özelliklerine baktığımızda ise her bir akarsuyun doğduğu
kaynağından döküldüğü yere kadar olan kısmı arasında ekolojik bakımdan
beraberinde getirdiği geniş imkanlar ve geniş flora ve fauna zenginliği, geniş su yelpazeliyi, çokça lezzetliyi ve
çeşitliliği söz konusudur. Ve bu söz
konusu lezzetliyi ve çeşitliliği kaynak form ve akarsu form başlıkları altında şöyle
özetleyebiliriz de:
Kaynak formlar:
Kaynak
formlar ekolojik bakımdan oldukça yeknasak olan ortamları teşkil ederler. Hiç şüphe yoktur ki çöllerin kavurucu
sıcaklıklarında akrepler ve örümceklere rızk veren Yüce Allah (c.c), elbette ki kaynak su formlarında yer alan
canlılara da hayatlarını idame ettirecek şekilde lezzet kokan yosun tutan
ortamı yaratıp rahman ve rahim sıfatıyla rızıklandırmayı esirgemeyecektir. Karada
olduğu gibi kaynak suların da kendine özgü hayat şartları mevcuttur. Genellikle
kaynak su formlarının ortam sıcaklığı bu tip yerlerde canlıların yaşayabileceği
derecelerde sabit tutturulup, buralarda hem çevre etkilerine karşı son derece
hassas ve çok dar bir tolerans gösteren özellikteki stenoik türler hem de çevre
ve başkaca faktörler karşısında etkilenmeksizin geniş tolerans kabiliyeti
gösteren Eoirik türler de yaşayabilir durumdalardır. Bu arada ortam sıcaklığı soğuk su kaynak
formlarında bitkilerin durumu nedir ne değildir diye baktığımızda buralarda
ancak sadece birkaç alg ve yosun türlerinin yetişebildiği, pek doğru dürüst bitki
türüne rastlayamayacağımızı gözlemlemiş oluruz. Hayvan faunası bakımdan ise bazı bölgelerin kaynak
su formlarına bakıldığında platyhelminthes türleri (planaria, alpina), Amphipod türleri (Gammarus sp), İsopoda potter
türleri (aselus) ve bazı böcek larvalarının su kaynak formalarının
bereketinden istifadeyle hayatlarını çok rahatlıkla idame ettiklerini görürüz.
Sıcak su ihtiva eden kaynak formlarda ise bazı termofil mikroorganizma türlerine
rastlandığı gözlemlenmiştir. İlginçtir
Yeni Zelanda’da Allah’ın bahşettiği büyük bir bereket kaynağı nimete bakın ki akarsu
yataklarında adeta kaynar sıcak akmakta. Bu yüzden bu ülkede yaşayanlar pek sıcak
su sıkıntısı çekmezler de. Fakat her nimetin bir de külfeti var derler ya, aynen
onun gibi Yeni Zelanda’da sık sık depremlerin olması gözden kaçmamaktadır.
Belli ki kaynar sularla ısınmış toprağın yapısında tetikleyici rol oynayıp
sarsıntılara sebep olmaktadır.
Akarsu
formlar:
Şu bir gerçek akarsu formlarını akış
hızına, genişliğine ve yatak şekline göre birkaç zonda inceleyerek ancak o
zaman bir takım özelliklerini ortaya koymak mümkün olabiliyor. Nitekim çevreyle ilgili yönden bir akarsu zonu
incelenmeye alındığında hangi balık türü daha baskın bir şekilde içeriyorsa o
akarsu formu bu durumda ihtiva ettiği bir balık türü ile özellik kazanıp karakterize
edilir. Madem kucağında büyüttüğü balık türü ile özellik kazanıyorlar, o halde bilim
adamlarınca karakterize edilen akarsu formlarından bir kaçının özelliklerine
bakalım nedir ne değildir bir görmüş olalım:
Alabalık zonu
Adından
da anlaşıldığı üzere alabalıkların bilhassa nehirlerin üst kısımları ve
şelalelerde daha baskın halde yaşadıkları bir tür akarsu formlarına ait zonun
adıdır bu. Bu zonda alabalıkların en uygun şartlarda hayatlarını idame
ettikleri gözlemlenmiştir. Dolayısıyla bu zonda bulunan balıkların her daim baskın
formda olmaları için barındıkları akarsuyun mutlaka temiz ve serin olması lazım
gelir. Nitekim bu bilinçte olan alabalık üreticiler akarsuların aşağıya doğru
akışı esnasında alabalıkların tükettikleri oksijenin telafisi için akarsu
kenarlarında kordon boyu dizili ağaçlarla donatılmasını arzu ederler. Balıkçılarda
gayet çok iyi biliyorlar ki ağaçlandırma yapılmadığı zaman oksijensizlikten alabalık
neslinin tükenmesi kaçınılmaz olacaktır.
Evet, yukarıda da belirttiğimiz
üzere akarsular normal şartlarda aşağılara doğru kıvrım kıvrım akaraktan yol
alırlar hep. Ancak bu arada unutmayalım ki alabalıklarda sanki koynunda
yaşadığı akarsuyu üzmemek adına ya da akış insicamını bozmamak adına olsa gerek
akarsuyun akış koridorunun tam aksine tek yönlü istikametinde yüzme eğilimi gösterirler.
Hakeza bu tip akarsu zonlarının daha genel anlamda yapısına baktığımızda şu özelliklerle
de karşılaşırız:
-Bu tip zona sahip akarsular çok hızlı akışkan
halde hareketli olmaları hasebiyle oksijen
bakımdan da zengin oldukları gözlemlenmiştir.
-Bu tip akarsu zonlarında plankton yoktur,
fakat zeminde hem fauna (hayvan toplulukları)
hem de bitki florası mevcuttur.
-Yine
bu tip akarsu zonlarında ki taşlar üzerinde cycliophora (yeşil algler), lemanea (kırmızı
algler), yosunlar, porifera ve
bryozoa türlerinin de var oldukları gözlemlenmiştir. Zemin kısımlarında ise
hayvan türlerinden tricladida ve mollusca (yumuşakçalar) türlerine
rastlanmıştır.
-Bu tip zonların başlıca öteki türleri
efemerler, plecoptera ve birkaç diphtherie türünden meydana gelmiştir.
-Balıklar bu tip zonda transversal
olarak yassılaşmış olduklarından yüzmeleri kolaylaşmış haldedirler.
Somon Balığı (Thymallus thymallus)
zonu
Alabalıkgiller
ailesinden Somon balıkları göç ettikleri denizlerde yıllarca gurbet hayatı
yaşadıktan sonra yol güzergâhlarını şaşırmaksızın doğdukları nehre yeniden
dönüş yapabiliyorlar. Düşünebiliyor musunuz yıllar sonra yolunu şaşırmadan asli
vatanlarına kavuşması mucizevî olayın ta kendisi bir hadise dersek yeridir. Bu
balığın zonu özellikle kuzey memleketlerinde alabalığın bulunduğu zondan sonra
gelir. Genellikle nehirlerin genişlediği,
zeminin kum ve çakıllarla örtülü olduğu bölgelere denk gelirler. Bazı
bölgelerde ise Thymallus’un yerini Telestes sofia alır. Hatta Leuciscus
rutilus’ta bu zonda yerleşmiştir diyebiliriz.
Tekir balığı(Barbun), Bıyıklı balık(Barbus barbus) ve Karaburun
balığı(Chondrostoma nasus) zonu
Bu
zon daha çok nehirlerin durgun kısımlarında görülen ve bitki bakımdan
oldukça zengin bir zondur. Zira zemin çamurunda molluscalardan Unio pictorum, Anodonta
Sp. genusu türleri ile Oligochaeta ve Chironomi türler bulunur. Aynı zamanda bu
zon plankton bakımdan da zengindir.
Bu zonlardan başka akarsu
yataklarının çamurları içerisine karışmış daha nice bilmediğimiz hayat kaynağı
ve bereket türlerde vardır elbet. Nitekim yılan balığı denen zarganalar
yavrularını beslemek üzere akarsu kumlarına gömmektedirler. Peki, gömülen bu yavru
hayvanlar nasıl besleniyorlar derseniz, Yüce Allah (c.c) elbette ki rızkını yatağında halk edip
hayatını da ona göre rahmetiyle idame ettirecektir. Şöyle ki;
su içerisinde çamurlar içerisine karışmış besinler ilahi güç tarafından
ağızlarına filtre edilmek suretiyle ağızlarına verilerekten rızıklanmaktalar. Hatta
böylesi rızıklanma süreci yavru balığın 1 (bir) yaşını doldurana dek sürüp akabinde
yılan balığı yavrusu gömülü kumlardan başını çıkartır da. Ve başını çıkarma
vakti geldiğinde yavru balıklar gözlerini pırıl pırıl bir dünyaya açtıklarında
doğdukları sulardan daha başka su yataklarına yelken açmak için koyulacaklardır.
Böylece açıldıkları değişik türden su yataklarından mesela göl ve nehirlerde
olgunluk yaşlarında yavruladıklarında ömürlerini tamamlayıp hayata veda
edeceklerdir. Aslında buna hayata veda demek yerine misyonunu tamamlamanın
öyküsü bir ayrılış demek daha doğru yaklaşım olur. Öyle ya burada önemli olan misyonunun
tamamladıktan sonra nöbet değişimini gerçekleştirebilmek çok mühimdir. Kaldı ki
böylesi bir hayat döngüsü yılan balıklara özgü bir durum olup bu sayede doğduğu
sulardan göç ettiği sulara dek geçen sürede ahır ömrünü suyun her bir katresine
bereketlilik kazandırmış olur da.
Hazır yılan balıklardan söz etmişken
bu arada yılan balıkların nezdinde tüm balıkların yaşadıkları ortamlara
baktığımızda balıklar sadece akarsu yataklarında değil dünyadaki okyanus ve
denizlerin engin sularında yaşayan omurgalı canlılar olarakta dikkatleri
üzerlerine çekmekteler. Hem nasıl dikkat
çekmesinler ki, baksanıza şu ana kadar bilim dünyasının 30 bin olarak tespit ettiği
balık türlerinin hemen hepsi her mevsimde protein ve vitamin bakımdan hem sofralarımıza
hem de su florasına bereket katan canlılar olarak adlarından söz ettirmekteler.
Bu yüzden Rabbü’l âlemin; “Denizi-ondan
taze bir et yemeniz, ondan giyeceğiniz (kullanacağınız) zineti çıkarmanız için- hizmetinize ram eden
O’dur. Gemilerin orada -suları- yararak
gittiklerini görüyorsun ki - bu sırf Allah-u Teâlâ’nın lütfu kereminden nasip
aramanız ve -O’na- şükretmeniz
içindir” (Nahl,14) diye beyan buyurmaktadır.
Bu arada unutmayalım ki, Yüce
Allah (c.c) balıkları karada yaşayan canlılardan
çok farklı özelliklerde yaratmıştır. Farklılığının en belirgin nişaneleri yaşadıkları
ortamlarının su yatakları olmasıdır. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah (c.c) vücut azalarını karada yaşayan canlılardan
farklı işlev üzere halk etmiştir. Nitekim
balıkların vücut organlarına bir bakıyoruz karada yaşayan canlılara has yürümesi
ve hareket etmeleri için verilen el, ayak, kol bacak organları yerine onlara da
yüzgeç kanatlar verilmiş, yine karadakilerin
solumaları için verilen akciğer organı yerine onlara da yaşadığı mekânlara
uygun solungaçlar verilmiştir. İşte
sizde görüyorsunuz balıkların karadaki canlılardan farklı işlev özelliklere
haiz vücut donanımlarıyla yaratılmış olmalarının nedeni gayet net açık ortada, hiç kuşkusuz yaşadıkları sularda hem rahatça
yüzsünler hem de nefes alabilsinler diye böyle yaratılmışlardır. İlginçtir balıkların
üremesi için de suda kuluçkaya yatmak imkânsız olsa gerek ki; Rabbü’l âlemin üreme esnasında dişi balıklar
yumurtalarını suya bırakacak şekilde donatırken, erkek balıkları da bırakılan yumurtalar
üzerine spermlerini bırakacak bir donanım üzerine yaratmıştır. Hatta üremelerine
yönelik harikulade donanımla donatıldıkları şundan besbellidir ki erkek balıklar
üzerine düşen görevi kat be kat yerine getirmenin ötesinde bir bakıyorsun dişi
balığın yumurtlaması için yuva hazırlığına koyulmayı ihmal etmez de. Böylece yapılan
tüm hazırlıklar eşliğinde erkek balıkların spermlerinin bırakmasının akabinde
yumurtalar döllenir de.
Her neyse kıvrım kıvrım akan sulardaki
bereketi yine İbn Battuta’nın seyahatnamesinin sayfalarını çevirerekten Nil
nehrinin nezdinde tüm nehirlerin hem manen hem de bereket kaynağı olduklarına
dair makale başlığımızda yerini bulan “Kıvrım kıvrım akan sulardadır bereket” konumuzu
özetle şöylede bağlayabiliriz pekâlâ:
-“Nil nehri güzelliği, suyunun
lezzeti, geniş bir alana yayılışı ve sağladığı büyük imkânlar sebebiyle dünya
nehirlerinin hepsinden üstündür. Kıyılarında art arda uzayıp giden şehir ve
köyler, bayındırlık açısından eşsizdir. Kıyıları Nil kadar ekili, dikili ve
mamur başka bir ırmak yok dünyada! Deniz diye adlandırılmış başka akarsu da
yok. Hak Teâlâ Yüce Kur’an’ında Nil’i “Yemm” diye anıyor;
“Musa için korkarsan, at onu denize!”
diye buyuruyor. “Yemm” eski dilde deniz demektir. Sağlam hadislerde
bildirilmiştir ki Allah elçisi İsrâ gecesinde Sidretü’l Müntehâ adı verilen
ağaca varınca kökünden dört nehrin fışkırdığını, bunların ikisinin içeride,
ikisinin dışarda bulunduğunu gördü. Cebrail’e bu nehirleri sordu. Allah’ın
selamı üzerine olsun, Melek Cebrail: “İçerde olanlar cennettedir, dışarda
olanlar ise Nil ile Fırat’tır” cevabını vermiştir. Aynı şekilde Nil, Fırat,
Seyhun ve Ceyhun’un cennet nehirlerinden olduğuna dair hadisler vardır. Nil dünyanın beş büyük nehrinden biridir.
Topluca şöyle sıralayabiliriz: Nil, Dicle, Seyhun ve Ceyhun. Bunun eşi olan beş
nehri de şöyle sayalım: Birincisi Pencâb denilen Sind nehridir. Diğeri Kenk (:
Ganj) adı verilen Hind nehridir. Hind halkı bu nehri ziyaret eder, ölülerini yaktıktan
sonra külünü bu nehre bırakırlar. Kenk’in cennetten çıktığını iddia ederler!
Bir diğer nehirde yine Hind’de bulunan Cûn (: Cumna; Yumna) nehridir. Kafcak
bozkırında (: Deşt-i Kıpçak) akan İtil nehri de çok büyüktür ve kenarında Saray
şehri vardır. Ayrıca Hıtâ arazisi denilen Kuzey Çin’de Sarû Irmak var. Bu
nehrin kıyısında Hânbâlık (: Pekin) şehri kurulu. Sarû Irmak oradan Hansa
şehrine, ardından Çin’deki Zeytûn bölgesine iner. Nil Mısır’dan (: Kahire’den)
geçtikten sonra üç kola ayrılır. Ya, kış bu kollardan gemisiz geçmek mümkün
değildir. Her beldenin Nil’e bağlanan yan kolları arkları vardır. Ark tutakları
açılınca ekili alanlar koşar Nil. (Bkz. a.g.e. sayfa 49, 5. Baskı 2016)
Dımaşk’ betimlemek konusunda Seyyah
İbn Cübeyr’i kimse aşamamıştır, şöyle diyor: “Dimaşk doğunun cenneti, hatta
ışığın doğduğu yerdir. Araştırma amacıyla ziyaret ettiğimiz İslam ülkelerinin
yüzüğü, fethettiğimiz şehirlerin gelinidir. Hoş kokulu bitkilerin çiçekleriyle
süslenmiş, ipek elbiseler giyen bahçelerin içinde altın gibi ışımıştır. Son
derece değerli bir yer olmakla zaten nasibini almıştır güzellikten. Ve düğün
tahtına kurulan dilber gibi bezenmiştir. Mesih’in ve annesinin sığındığı o
yerleşime elverişli, sulak Rabve tepesi de bu şehrin bir parçasıdır. Bu yüzden
yüceltilmiştir. O tepenin gölgesi çok uzun, suyu durmaksızın akan cennet
nehridir. Buranın ırmakları ve arkları alaca yılanın dalgalanması gibi her yana
yayılır. Bostanlarının meltemi insana hayat verir. Bu şehir, seyredenlere tüm
güzelliği ile görünüp sanki şöyle der:
“Zarafetin konuk olduğu ve öğle
uykusuna yattığı yere geliniz” Toprağı suya kanmış, neredeyse özlemiştir
kuraklığı. Pek sert olan kayaları dile gelir de sana şöyle der:
“Vur ayağını yere! Burada hem
yıkanacak, hem de içilecek buz gibi soğuk ve leziz su var!” (Bkz. a.g.e. sayfa 94,
5. Baskı 2016)
Ne diyelim, işte görüyorsunuz ünlü
seyyahlarımız nede güzel dile getirmişler suların akışını, güzelliğini. Madem öyle, bu durumda bize ancak Allah (c.c)
onları su gibi aziz eylesin demek düşer.
Velhasıl-ı kelam; kıvrım kıvrım yatağından ötelere akan akarsularımız
Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği bir ikramıdır. Tabii kıymet bilene.