28
ŞUBAT POSTMODERN DARBE VE İRTİCA
SELİM GÜRBÜZER
Bilindiği üzere 28 Şubat sürecinin tezgâhladığı
Aczimendilik sahne aldıktan sonra Türk basınında ortaya çıkan irtica
tartışmaları bütün hızıyla değişik türden yorumları beraberinde getirmişti. Malum çok satan kartel medya gazetelerinin
olayı veriş şekli tezat teşkil etmesi bir yana mütedeyyin Müslümanları ve
ehlisünnet tarikat ve cemaatleri karalamaya yönelik sinsi bir planın sahneye
konuluş adımıydı. Öyle ki, Aczimendilik üzerinden aba altından sopa gösterilerekten
ehlisünnet çizgisini takip eden tüm cemaatler mercek altına alınıp onları zan
altında bırakma girişimi gözlerden kaçmaz da. Hatta bazıları işin ölçüsünü
kaçırıp sözde İslamcı yazarların ağzından televizyon ekranlarında cümle ehlisünnet
itikadı üzerine hareket eden cemaatlere hakaretler yağdırmaktan geri
durmayacaklardır. Böylece 28 Şubat ruhuna çanak tutmuş oluyorlardı. İşte her
daim kartel medyanın yazılı ve görsel ekranlarına konu manken bu sözde İslamcı aydınların
ağzından dökülen zehir zemberek ifadelerle hadiseler çarpıtılarak İslam’ın ana
caddesinde yürümeyi ilke edinmiş mütedeyyin Müslümanlara gözdağı veriliyordu. Daha
da yetmedi tankların gölgesinde insanımıza sürekli psikolojik korku salmayı da
ihmal etmezler de.
Düşünsenize o kâbus dolu yılları, malum gazetelerde
sürmanşet olarak aylar süren Aczimendi ve diğer benzeri gruplar üzerinde verdikleri
haberlerle asıl dert davaları ehlisünnet çizgisi üzerine hareket eden
cemaatleri ve tarikatları irtica yaygarasıyla hedef tahtasına oturtuyorlardı. Böylece
bir taşla iki kuş vurmanın hesabıyla İslam’ın iç terbiyesine yönelik sevgi
ocaklarını kökünü kurutacaklarını düşlüyorlardı güya. Derken düşledikleri
birtakım saiklerden hareketle İslam’ın yükselişini durduracak manevralara girişivermişlerdir.
Tabii onların bir hesabı varsa, Allah’ın da mutlak değişmez bir hesabı vardı. Nitekim onca irtica yaygaraları kopartılaraktan
bin yıl sürecek dedikleri 28 Şubat ruhu 2002 yılı itibariyle Tayyip Erdoğan’ın
iktidara gelmesiyle birlikte adım adım tükenişe geçtiğine şahit olduk. İyi ki 28 Şubat kalıntısı Anasol hükümeti düşüp
milletin derin feraseti devreye girdi de 28 Şubat ruhu tarihin tozlu raflarına
terk edilip artık gelinen noktada 2023 Yeni Türkiye’den söz eder olduk.
Gerçekten de o yıllar tam manasıyla kâbus
yıllardı, sıkıysa o yıllarda 28 Şubat aleyhine
bir kalem oynatıla, hemen ipe sapa
gelmez suçlamalarla hakkından geliniyordu, derken zavallı adam durumuna
düşülüyordu. Eeeh ne yapsın zavallı
adam, mesnetsiz suçlamalar karşısında cevap verse bir türlü vermese bir türlü, her iki durumda da kapana kıstırılmaktan
kurtulamazdı. Zaten 28 Şubat denince ölçüsüzlüğün biri bin pirim yaptığı
atmosferde kendine direnenleri silindir gibi ezip geçtiği, yalakalık yapanlara
da paspas muamelesine tabii tuttuğu bir sürecin adı olarak akla takılır. Hele
bu süreçte anlı şanlı dillere destan bir kartel medyamız vardı ki, evlere şenlik,
28 Şubat ruhuna tam göbekten bağlıydılar. Öyle ki apoletli askerlerin
talimatları doğrultusunda haber yapmaktan zevk alacak kadar zıvanadan
çıkmışlardı. Nasıl bir medyaysa gece gündüz askeri paşaların talimatları
doğrultusunda tuttukları günlüklerle milletin kuyusunu kazmışlardır. Keza bu
nasıl gazetecilikse 28 Şubat ruhunun ortaya koyduğu psikolojik sindirme
harekâtının baş aktörleri olmayı onurlarına yedirebilmişlerdir. Zaten cibilliyetleri
buna müsaitti, dolayısıyla her türlü
onursuzluğu mideleri kaldırabiliyor. Onların kaldıramadıkları şey belli, o da malum milletin baş tacı ettiği sevgi
ocakları ve dergâhların varlığıdır. Onların gözünde sevgi ocakları örümcek ağı,
irtica yuvasıdır. Düşünsenize daha şeriat,
tarikat ve cemaat gibi kavramların ne manaya geldiğini sorup soruşturmadan habire
karalama ciheti yoluna gitmişlerdir. Oysa söz konusu hedef tahtasına oturttukları
cemaat ya da müntesiplerin kullandıkları kavramlara aşina olabilselerdi asıl
irtica şablonu tarifine bizatihi kendilerinin birebir uyumlu olduğunun tespiti zor
olmayacaktı. Sanki adamlar aya füze fırlattılar da onları engelleyen
olmuş, ne dedemizin şalvarı, ne sakalı ne de nenemizin eşarbı mani oldu. İşte
kendini ilerici sanan şu meşhur aklı evvel kartel medya kalemşorlar her şeyi
tersyüz göstererek aslında ufuksuzluklarını ortaya koymuşlardır. Dedik ya ufku dar
adamlar, onlardan başka ne bekleyebiliriz ki. İlla bir şey bekleyeceksek, beklenecek adres
belli; aziz milletimizin feraseti ve derin sinesi elbet.
İyi ki de feraset sahibi yüreği engin derya
necip milletimiz var. Hem de nasıl necip milletmişiz, gelmişiz dünyaya hiç
kimseden akıl almaksızın 28 Şubat zihniyetinin izlediği metodun ilim mi, yoksa bir
senaryo mu olduğunu ferasetiyle çözecek gücünü 2002 seçimlerinde Tayyip
Erdoğan’ı iktidara taşımakla göstermişiz. İşte bu feraset yanımız 28 Şubat postmodern
darbeci zihniyeti tarihin çöplüğüne atmaya yetmiştir. Belli ki milletimizin bu engin feraseti ehlisünnet
kaynaklı yaşantısının yansıması ferasettir. Şayet kartel medya da milletimizin bu derin
ferasetine ve sağduyusuna yaraşır tavır ortaya koyabilseydi sözde İslamcı
radikal gruplarla mütedeyyin Müslümanları aynı kefeye koyup birbirine
karıştırıyor olmayacaktı. Bundan da daha
öte kendi meslekleri açısından etik haber veya objektif habercilik yapmış
olacaklardı. Her şey bu kadar gayet basitken, bir anda çirkin yollara tevessül ederek 28
Şubat postmodern darbenin amigoluğuna soyunmuş bir medyayı karşımızda bulduk. Aslında
bu illet durum medyanın eskiden beri kurtulamadığı maraz melettir. Öyle bir
maraz bir illet ki sapla saman her defasında karıştırılarak sürmanşetten
kamuoyuna yalan haber olarak servis edilebiliyor. Derken tarikat mensubu
olmayanlar tarikatçı, şarlatanlarda şeyh olarak takdim edilebiliyor. Onlar aslı
astarı olmayan haber yapmaktan geri durmaya dursunlar milletimiz her şeyin
farkında ya, hiç boşa heveslenmesinler kandırılan millet değil kendilerini
ancak kandırmış olurlar. Şahit mi? İşte dünden bugüne türemiş ne idüğü belirsiz
ehlisünnet dışı grupların gerçek tarikatmış gibi yutturulma girişimlerinin
fitneye yelken açtıklarına bizatihi yakın tarihimiz şahit. İşte 31 Mart vakası, işte yargısız infaz mantığı çerçevesinde
kurulan İstiklal mahkemeleri, işte Menemen
olayları ve daha nice provokatif girişimler bunun en tipik misali
kandırmacılardır.
Evet, geçmişten bugüne tüm provokatif hadiselere
baktığımızda hemen hepsinin ortak özelliği nerde Asrı Saadet hayatını örnek almamış,
nerde tasavvuf düşmanı, nerde ehlisünnet mezhep karşıtı, nerde hadis tanımayan
sözde İslamcı gruplar varsa onlar üzerinde “İşte Müslümanlık
budur” demeye getirerekten ortalığı fitneyle bulamakta mahir olmalarıdır. Medya
etiği desek hak getire, etiğin sadece adı var, asıl etikten söz edeceksek bunu milletimizin
derin sinesinde ziyadesiyle mevcut zaten.
Düşünsenize kartel medyanın her türlü alavere ve dalaveresini derin
sinesinde çözüp kurguladıkları planlarını er geç boşa çıkarabiliyor. İşte bu deruni
ferasettir ki, 28 Şubat’ın ürettiği Aczmendiliğin Ergenekon örgütlenmeye temel
destek teşkil edecek bir oluşum olduğunu milletçe fark etmekte gecikmedik.
Böylece bu grubu kendi oyunuyla baş başa bırakıvermiş olduk. Üstelik Said Nursi
Hz.lerinin ismini kullanarak hareket eden bir güruhtur. Oysa kazın ayağı hiçte
öyle değildi, bikere Risale-i Nur
metoduyla uzaktan yakından alakaları olmadıklarını Ankara caddelerinde dikkat
çeken görünüm verip yürümelerinden sezdik. Dedik ya milletçe bu ve buna benzer filmleri
biz daha önceden çok seyretmiştik, bir
değil iki değil öteden beri alışık olduğumuz oyunlardan sadece nevi şahsına
münhal bir tanesiydi. Hani şu her yıl
anısına düzenlenen Kubilay’la simgeleştirilen Menemen olayı var ya, işte bu
olayı irdelediğimizde Aczmendi harekâtıyla benzerliğini anlamakta hiçte zorlanmayız.
Malum Menemen hadisesi esrarkeş Mehmed’e havale edilerek sahneye konmuştu. İlk
iş Menemende Camii içindeki minberden aldığı yeşil bayrağın altına topladığı
kişilere; “Bayrağın altına girmeyen kâfirdir” diye nara attırmak olur,
akabinde Kubilay’ın canına katledilecek provakatif hadiseler gerçekleşir. Tarih
tekerrür edecek ya, bu kez bu senaryoyu
28 Şubat sürecinde izledik. Gerçektende Aczmendi kılığında bir grubu ‘Şeriat
isterük’ diye sokağa salaraktan “İşte
Müslümanlık budur” dedirtecek bir oyunla tüm mütedeyyin Müslümanların
defteri dürülmesi hedeflenmiştir. Allah’tan kurguladıkları oyun Milletimizin
derin sinesi sayesinde duvara toslayacaktır.
Evet, Türkiye’de
ara ara kamuoyu algısına sunulmak üzere izlettirilen her senaryo geçmişte
izlediğimiz filmlerin tekrarından başkası değil elbet. Hele ki algı operasyona konu olacak aktörlerin
köklerine inildiğinde görülecektir ki; bunların her biri İbn-i Sebe, Hasan Sabbah
gibi fitne mümessillerinin bir değişik versiyonu oyunculardır. Dün nasıl ki
Hasan Sabbah Selçukluya karşı Alamut kalesinden efsunladığı fedaileriyle
intihar timleri oluşturmuşsa, aynen öylede 15 Temmuz 2016’da FETÖ elebaşçısı Pensilvanya’dan
gönderdiği talimatlarla efsunladığı ihanet timleri vasıtasıyla Meclise,
Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, Emniyet Birimlerine, sokağa çıkan halka havadan ve karadan bomba
yağdırma yeltenebilmiştir. Allah’tan ki tarihten bugüne oynanan oyunlarda rol
alan tüm fitne aktörlerin oyunları bir şekilde hakikat karşısında tarihin çöplüğüne
gömülebiliyor. Ama şu da var ki, bir
fitne hareketi bittiğinde yerine bir başka türü türeyebiliyor. İlla bu tür ihanet hareketleri tekerrür
etmesin diyorsanız İstiklal şairimiz Mehmet Akif’in haykırışına kulak vermek
kâfidir. Bakın ne diyor:
“Tarih tekerrür diye tarif ediyorlar
İbret alınsaydı
tekerrür mü ederdi?” Evet, bu
haykırış meramımızı anlatmaya yeter artar da.
Şu da var ki İbn-i Sebe, Hasan Sabah gibi
fitne önderi aktörler her devirde var olsalar da bunun karşıtı panzehir olarak
ta her devirde ışık fenerleri vardır hep. Nasıl mı? İşte Hz. Ebu Bekir ve Hz.
Ali nisbetinden gelen Tarikatı Aliyelerin Pirlerinin varlığı bu gerçeği teyid
ediyor. İyi ki de ehl-i sünnet yolunu
yol bilen Tarikat-ı Aliyeler var da her dönemde fitne hareketlerinin üstesinden
gelebiliyoruz. Çünkü fitne hareketleri zehir, sevgi ocağı merkezler ise panzehirdir.
O halde bize ehlisünnet yolu üzerine hareket eden ışık fenerlerine tabii olmak
düşer.
Hiç kuşku yoktur ki dünya döndükçe hak ve
batıl arasında kavga bitmeyip devam edecektir. Hele ki dine duyarlılık dünyada
yükselişe geçtikçe birtakım mihraklar yerinde durmayıp daha da azgınlaşacaktır.
Yetmedi kapalı kapılar ardında rol alan derin senaristler, kendi teorilerinin
iflasını gördükçe, sanal düşman üretmekten geri durmayacaklardır. Her ne kadar
günümüz kriterlerinde istihbarat ve askeri güç gerekliliği vurgulansa da,
zihinleri algı operasyonlarıyla esir almak cephede vuruşmaktan daha akıllıca
yöntem gibi gözüküyor. Zaten algı
operasyonlarıyla zihinlere pranga vurmak vahşi batının huyudur, dün olduğu gibi bugünde fethedeceği ülkeleri
birtakım içi boş kavram ve sloganlarla avlamayı alışkanlık hale getirmekten de
yüksünmezler. Baksanıza böylesi alışkanlıkla herhangi bir ülkeyi balistik
füzelerle ve bombalarla işgal etmektense o ülkenin yerli kültürleri kurutmanın
maliyeti çok daha ucuzdur, niye alışkanlık edinmesinler ki. Hani, huylu
huyundan vazgeçmez derler ya, aynen öylede
Batı dünyası bir zamanlar tehdit gördüğü komünizmin çöküşüyle birlikte kendine yeni
rakip güç olarak İslam’ı seçmiştir. İslam’ı tüm ülke halklarının gözünde küçük düşürebilmek
için denemediği yol ve uygulamadığı senaryo kalmadı diyebiliriz. Onlar deneye
dursun şu da var ki güneş balçıkla sıvanamaz, er geç Allah nurunu tamamlayacak,
buna inancımız tam da.
İslam’ın
kendine özgü yapısından mı, ya da sürekli gündemde kalmasından mı bilinmez amma,
her iki halde de İslam’ın gücüne güç kattığı muhakkak. Hatta Müberra dinimizi “İslami
fobi (korku dini)” yaftasıyla yayılışı engellenmeye kalkışılsa da hele şükür ki
İslam’ın cezb ediciliği devam etmektedir. Tabii böylesi cezb edicilik zinde
güçler için hiçte arzu edilmeyen durumdur. Üstelik Müslümanların kahır ekseriyeti
radikal oluşumlardan yana tavır koymayıp, tam aksine insanı kâmillerin
etrafında halka oluşturmakta. Tabii bu da zinde güçlerin arzu etmediği durum, çünkü
İslami fobi yaftasını boşa çıkartacak tek silah sevgidir. Sevgi ile
fethedilemeyecek kale yoktur zaten. Ancak bir takım zinde güçler buna da
kendince bir yöntem bulup hakiki mürşitlere karşı alternatif sahte mürşit
kılığında aktörlerle İslam’ın yayılışının önüne geçebileceğini düşünüyorlar.
Akıllarınca ehli tarik yolunun irşat faaliyetlerini akamete uğratacaklarını
sanmaktalar, oysa çok büyük yanılgı içerisindeler. Bikere hayatını “İlahi ente maksudu ve rıdaike matlubu” (Allah’ım isteğim sen, maksadım senin rızanı
kazanmaktır) üzere tanzim etmiş ışık
fenerlerinin faaliyetini hangi sinsi oyun, hangi sinsi tezgâh yöntem
önleyebilir ki? Hele ki niyet hayır akıbet hayır diyen bir manevi güç
karşısında batılın güdük kalması kaçınılmazdır. Allah korusun niyetten sapma olduğunda
düşüş bizim içinde kaçınılmaz elbet. Madem öyle neydik edip Allah’ın ipine
sımsıkı sarılarak düşmemeye gayret etmek lazım gelir. Zira gayret bizden Tevfik Allah’tandır.
Bir hatırlayın o günleri, neydi o 28 Şubat zihniyeti diye. Hiç kuşkusuz
tek dert davası Allah olan gönül sultanlarının varlığına tahammül edemeyen bir
takım iç ve dış zinde güçler, bazı taşları yerinden oynatmak adına Aczimendi ve
Ali Kalkancı gibi figürleri 28 Şubat postmodern darbeye malzeme yapmışlardı. Planladıkları
kurguyla Müslümanların canına ot tıkayacaklarını düşünüyorlardı. Neyse ki necip
milletimizin büyük sabrı ve feraseti devreye girdiğinde tertipledikleri oyunlar
akamete uğrayacaktır. Nasıl akamete uğramasın ki, milletimiz aynı oyunu seyrede
seyre de epey tecrübe edindi, dolayısıyla hangi oyun oynanırsa oynansın artık
eskisi kadar yutmuyor. Nitekim yutmadığının
bir göstergesi diyebileceğimiz
magazin dünyasının ünlü isimlerinden, aynı zamanda JİTEM’in yayın organı strateji dergisinde çalışan Sisi lakaplı Seyhan Soylu bir travestinin Müslümanlar üzerinde oynanan oyundaki rolünü itiraf etmesinden pekâlâ anlayabiliyoruz. Gerçektende itiraflarına baktığımızda; 28 Şubat postmodern darbeye zemin hazırlamak adına bizatihi bu işi tezgâhlayanların içerisinde bulunduğu ve bu iş için Ali Kalkancı, Müslim Gündüz, Fadime Şahin gibi tiplemelerin kullanıldığını görüyoruz. Her ne kadar Sisi’nin itirafı geç kalınmış bir itiraf olsa da, sonuçta 28 Şubat post modern darbenin milletin canını okumaya yönelik bir hareket olduğunu tarihe not düşmesi bakımdan kayda değer buluyoruz. İyi ki de tarihe not düşüldü de bu ve buna benzer itiraflar sayesinde 28 Şubatın maskesini düşürecek komisyonun kurulduğuna şahit olabildik. Gerçektende Ak Parti iktidarı döneminde kurulan Meclis araştırma komisyonunun yaptığı çalışmalarda Aczimendi ve Kalkancı hadiselerin arka planında birtakım zinde kuvvetlerin varlığı bir kez daha doğrulanmış oldu. Artık yediden yetmişe herkes şunu iyi anladı ki; 28 Şubat demek irtica bahanesinin arkasına sığınaraktan İslam’ı silme amaçlı postmodern darbe girişimidir. Daha da ilginç olan Kalkancı’nın 28 Şubat postmodern darbenin ürettiği bir sahte şeyh rolünde İslam’dan bihaber biri olduğunun ortaya çıkmasıdır. Belki içlerinde olup biteni okuyamamanın cehaletiyle samimi kişiler var olmuş olabilir, ama ortada bir tezgâhın döndüğü besbelliydi. Sonuçta bilerek veya bilmeyerek de olsa bu sinsi ve adice oynanan oyuna alet olmaları hasebiyle yinede tövbe etmeleri gerekir. Zira tövbe kapısı son nefese kadar açıktır. Bakın, âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulü de Mekke’nin fethinde Müslümanlara acımasızca zulüm yapmış birkaç kişinin dışında bütün müşrikleri affetmiş ve onlara şöyle buyurmuştu: “Bende Yusuf’un kardeşlerine ‘bugün size kınama yok. Allah sizi affetsin. O merhamet edenlerin en merhametlisidir.’ Dediği gibi derim… Gidin, serbestsiniz”
magazin dünyasının ünlü isimlerinden, aynı zamanda JİTEM’in yayın organı strateji dergisinde çalışan Sisi lakaplı Seyhan Soylu bir travestinin Müslümanlar üzerinde oynanan oyundaki rolünü itiraf etmesinden pekâlâ anlayabiliyoruz. Gerçektende itiraflarına baktığımızda; 28 Şubat postmodern darbeye zemin hazırlamak adına bizatihi bu işi tezgâhlayanların içerisinde bulunduğu ve bu iş için Ali Kalkancı, Müslim Gündüz, Fadime Şahin gibi tiplemelerin kullanıldığını görüyoruz. Her ne kadar Sisi’nin itirafı geç kalınmış bir itiraf olsa da, sonuçta 28 Şubat post modern darbenin milletin canını okumaya yönelik bir hareket olduğunu tarihe not düşmesi bakımdan kayda değer buluyoruz. İyi ki de tarihe not düşüldü de bu ve buna benzer itiraflar sayesinde 28 Şubatın maskesini düşürecek komisyonun kurulduğuna şahit olabildik. Gerçektende Ak Parti iktidarı döneminde kurulan Meclis araştırma komisyonunun yaptığı çalışmalarda Aczimendi ve Kalkancı hadiselerin arka planında birtakım zinde kuvvetlerin varlığı bir kez daha doğrulanmış oldu. Artık yediden yetmişe herkes şunu iyi anladı ki; 28 Şubat demek irtica bahanesinin arkasına sığınaraktan İslam’ı silme amaçlı postmodern darbe girişimidir. Daha da ilginç olan Kalkancı’nın 28 Şubat postmodern darbenin ürettiği bir sahte şeyh rolünde İslam’dan bihaber biri olduğunun ortaya çıkmasıdır. Belki içlerinde olup biteni okuyamamanın cehaletiyle samimi kişiler var olmuş olabilir, ama ortada bir tezgâhın döndüğü besbelliydi. Sonuçta bilerek veya bilmeyerek de olsa bu sinsi ve adice oynanan oyuna alet olmaları hasebiyle yinede tövbe etmeleri gerekir. Zira tövbe kapısı son nefese kadar açıktır. Bakın, âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulü de Mekke’nin fethinde Müslümanlara acımasızca zulüm yapmış birkaç kişinin dışında bütün müşrikleri affetmiş ve onlara şöyle buyurmuştu: “Bende Yusuf’un kardeşlerine ‘bugün size kınama yok. Allah sizi affetsin. O merhamet edenlerin en merhametlisidir.’ Dediği gibi derim… Gidin, serbestsiniz”
Fatih
Sultan Mehmet’te Peygamber dilinden övülmüş kumandan edasıyla Topkapı
surlarından İstanbul’a girerken gayrimüslimlere aynı hoşgörü ve hürriyet tavrı
gösterip; ‘Latin şapkası görmektense
Osmanlı sarığı görmek daha yeğdir’ lafını söylettirebilmiştir. Yine günümüz
Türkiye’sinde Seyda (k.s)’de kendisini karalamaya çalışan basına karşı
söylediği o müthiş söz aynı kaynaktan beslenmiş bir başka tavrı ortaya
koyuyordu:
—Biz bize iftira edenleri bile severiz. Yapımız bu temel üzeredir.
İşte bu müthiş kayda değer sözlere bilmem başka
daha ne eklenebilir ki?
İrtica tartışmalarından çıkaracağımız bir diğer
husus ta uçuk kaçık şeylere itibar etmemek olmalıdır. Maalesef yozlaşmanın
doruğa ulaştığı şu fani dünyada kendine çıkış yolu arayan bir takım insanlar
psikolojik ihtiyaç gördüğü şova dayalı sahte tarikat ve sahte önderlerden medet
ummaları hakiki tarikatlara, hakiki mürşitlere gölge düşürebiliyor. Ehlisünnet
çizgisinde yürüyen tasavvuf yolunu tercih etmek gerekirken maalesef istidrac kaynaklı
gösterişe dayalı sapık yollara tevessül edilmekte. Oysa ölçüsü Allah ve Resulünün
hakikatleri olan bir müminin tercihi, Risale-i Kuşeyri’de beyan buyrulan ‘istikamet’
üzere giden yol olmalıdır. Bakın Rabbani âlimler ne diyor;
“Her kim ki bizde
İslam’a ve sünnet-i seniyye’ye aykırı bizi uyarmazsa ruz-i mahşerde iki elimiz
yakasında davacı oluruz.” Böyle demekle de çok haklılar, çünkü müminin
kerameti, müminin istikametidir.
Vesselam.http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2031/28-subat-postmodern-darbe-ve-irtica.html