VAKİT AŞKIN GÖZYAŞI BİRLİK VAKTİ
SELİM GÜRBÜZER
Şayet vakit ‘Aşkın Gözyaşı Birlik Vakti’ diyorsak tıpkı aynı kilim
üzerine işlenmiş desenler gibi birbirimize sıkı sıkıya kenetlenmemiz gerekir. Ancak
bu uğurda sadece aşkın gözyaşını dökmek yetmez, bunun için çok büyük çile çekmeyi
ve bedel ödemeyi de göze almak gerekir. Olsun
‘Birlik’ yolunda çile çekip bedel ödesek
ne önemi var ki. Bilakis Gül’ü seven
dikenine de katlanır misali bu dünyada birlik tutkusu için ektiğimizi ahrette tolyacağız
demektir. Yani dünyada bir olduğumuz gibi ahrette de bir olacağız demektir.
Çünkü Yüce Peygamberimiz (s.a.v) “Kişi
sevdiği ile beraberdir” beyan buyurmakta. Madem öyle, daha ne duruyoruz
‘Vakit Birlik Vakti’ için seferber olma vaktidir.
Hele bir insan şu gönül tezgâhında bir kilim dokumaya görsün,
desenler arasındaki birlikteliğin ilk işareti sayılan 'Kilimce Hepimiz Kardeşiz’ bilincine erişileceği muhakkak. Öyle ki gönül tezgâhında işlenen her bir nakışın
kendi içinde anlam yüklü desenleri sevenleri ötelere kanatlandırmak için
vardır. Yine bir insan sevdasını kilime işlemeye görsün, o birlik tutkusu ve dirlik
hasreti her dem gönüllerde çarpar dururda. Nitekim Peygamber övgüsüne mazhar olmuş
Fatih Sultan Mehmed’in Gül koklar halde kendini Nakkaş başı Sinan Bey'e resimletmesi
kilimce sevdanın bir gönül çarpıntısından başkası değildi elbet. İşte bu yüzden
Gül’ü kilimden, kilimi Gül'den ayrı düşünemeyiz. Bilhassa o tutku gözlerle gece
gündüz demeden Gül Muhammed’in ter kokusuna iştiyak duyarız da. Madem öyle, bir kez daha Gül kilimsiz, kilim Gül’süz olmaz
deme vaktidir.
Peki ya kilime renk katan desenlerimiz neyin nesi? Bilindiği üzere
kilime nakşolunan her bir desen Gül Yüzlü Nebi etrafında pervane olmak için
vardır. Nasıl ki âlemlere rahmet olarak gönderilen Gül Yüzlü Nebi Muhammed
(s.a.v) kilimin gönüllerde çarpan kalbiyse,
bin bir çeşit renk cümbüşü desenlerde o kalbin aynası hükmünde pervane olmuş
yörüngelerdir. Madem öyle Gül Yüzlü Nebi Muhammed (s.a.v) kokusuna pervane olma
vaktidir. Şayet o gül kokuya meftun olabildiysek biliniz ki pembe şafakların
doğması belki yarın belki de yarından da çok yakın vakitdir.
Malumunuz ulvi
davalar büyük çileler ister, zira çile olmadan ne hasret giderilir ne de vuslat
hâsıl olur. Hele ezelle ebedin birleştiği noktada bir demet Nübüvvet Gül kokusuyla
hasret giderilsin bak o zaman Havz-ı Kevser sularından kana kana ab-ı hayatla kilimce
ötelere kanat çırpılırda. İşte bu yüzden ‘Kilim
demek ilim demektir’ gerçeği ile yüzleşiriz. Nitekim bu öyle bir gerçek ledün
ilmidir ki, kilimin dili ne sözle, ne
kalemle, ne de kitapla izah edilebilir. Öyle
ki kilimin dilinden ancak 'Erenler
halkasında 'Hu' diyen Hak âşıklar' anlar. Zaten Erenler ocağından her bir kilime
üflenen nefese kim talip olmuşsa, kim el
emeğini değdirmişse, kim göz nurunu katmışsa, kim sevdasını ve yüreğini vermişse
biliniz ki kilim bu sevgi seli karşısında sessiz kalmayıp gök kubbede ‘Nebevi
Bir Gül Hoş Seda’ olarak yankı bulur da. Derken sevdiğine bir çift sözü olan her
tutku yürek hemen ilmek ilmek kilim dokuyup halden hale girer de. Sakın ola ki;
halden hale girmekte neymiş demeyin, zira kilimin her ilmek nakşında aşkın gözyaşı
seli vardır. İşte halden hale girmek bu ya, aşkın gözyaşı seli karşısında Ferhat’a
Şirin uğruna dağı deldirirken, Mecnun’a da Leyla uğruna çölde ilahi aşkı tattırır.
Ve bu arada Mehmet Akif’e bülbülce İstiklal Marşı yazma şerefine mazhar
kılarken, Necip Fazıl’a ise Sakarya şiiriyle birlikte Seyyid Abdülhakim
Arvasi'ye bağlılığın bir göstergesi olan 'O ve Ben'i yazdırır. Hiç şüphe yoktur ki
dünden bugüne bilmediğimiz daha nice aşkın gözyaşı damlaları kilimlerimize
nakış nakış işlendikçe kıyamete dek Gül’e hasret damlaları tükenmez de. Hem nasıl
Gül'e hasret tutkusu damlalar tükensin ki,
Gül; her şeyden önce aşka, sevgiye ve ötelere kanat çırpmak demektir.
Bakınız, Şah-ı Nakşibend (k.s) Gül Yüzlü Nebi (s.a.v)’den Ebu Bekir (r.a)’ın
kalbine işlenen Gül çağrıya icabet ettiğinde Hacegan kilimleri Orta Asya’dan
Anadolu’ya, Anadolu’dan Rumeli’ye nakış nakış sergilenir de. O halde şimdi
sormak gerektir, Horasan Erenleri nakşeder de Hacegan yoluna pervane olmuş alperenler
ve gazi dervişler nakş olmaz mı? Hem de kalpten kalbe alaca nakş olunup Hacegan
yolunun Silsile-i Şerife kollarında kıyamete kadar devam edecek halka kurulur
da. Sanmayın ki Erenler otağında kurulan Hacegan sofrası sıradan bir sofra, tam aksine 'Nebevi Gül’ün en yakın dostu Sıddık-ı Ekbere
mağaradayken kalbine hafice Lafza-i Celal zikri işlenip nesiller boyu yediden
yetmişe talim ettirilirde. Şimdi gel de nesiller boyu gönülden gönüle nakşedilen
bu yola kayıtsız kal, ne mümkün. Hele kayıtsız kalınsın Gül kokusundan mahrum
her nefis ömrünü boşa tüketmekten kendini kurtaramayacaktır. Sadece biçare kalacak
olan nefis mi, tüm insanlıkta bundan mahrum kala kalır. İşte bu yüzden deriz
ki, kilimce işlenen her bir renk cümbüşü insanlık açısından bir
ayrılık değil, tam aksine zenginlik
kaynağı pırıltılardır. Zira cennet bahçelerinden süzülen her bir renk şulesi kilimin
kalbine işlenen Gül desenle anlam kazanabiliyor. Bu öyle bir anlam kazanmaktır
ki; gül kokusu kilimlerimizin her bir deseni Çin’e kadar uzanmışta. Derken tüm
insanlığa gül kokusu kilimlerimizle nasıl medeniyet olunabileceğini öğretmişiz
bile. Nitekim batı dünyasının ortaçağ karanlığından kurtulup Rönesans'ını
gerçekleştirmesinde katkımızın payı çok büyüktür. Anlaşılan o ki bizim gül
kokusu kilimlerimizin her bir nakış deseni ortaçağ karanlığından bunalmış
insanlığa rehber olabiliyor. Zaten değil midir ki Osmanlı’yı 600 sene bu gül
kokulu kilimlerimiz ayakta tuttu, elbette ki insanlığında bunda bir nebze olsun
istifade etmesi gayet tabii bir durum. İşte bu gerçeklerden hareketle Fatih Kısaparmak
ruh kökü kilimlerimize bakaraktan 'Töremizde kilim demek, ilim demektir' nağmeleriyle sazın bam teline dokunmaktan
kendini alamazda.
Evet, Fatih Kısaparmak
'Kilim demek ilim demektir' der demesine de ne var ki üzerinde
yaşadığımız bu zengin kilim coğrafyasına sonradan bir haller olduğu da bir
vaka. Düşünsenize bir zamanlar biz ayrılık ve gayrilik nedir bilmezdik, doğrusu
sonradan bize ne haller olduysa kutuplaşma ve zıtlaşmayı biranda nasıl
keşfettik şaşmamak elde değil. Oysa biz gönül yıkmak için değil, Yunusça ‘Yaradılanı
Sev Yaradandan Ötürü’ düsturuyla kalpleri fethetmek için üç kıtada var olmuştuk. Belki de Yunusça seferber olmasaydık bugün
süper güç konumunda ABD’nin kendine Osmanlıyı örnek alıp bağrında taşıdığı
farklı din, farklı mezhep, farklı soydan gelen insanları bir arada tutma
becerisini sergileyemeyecekti. İşte bu yüzden kilimi 'Çokluk içinde birlik'
olarak biliriz biz. Madem kilimce kesrette vahdet olmak vardır, o halde çağlar
üzerinde sıçramak için “Hepimiz aynı kilimin desenleriyiz” deme
vaktidir.
Hani derler ya dervişin fikri neyse zikride odur. Aynen öyle de farklı
renkte desenler bir arada yekpare olduğunda Gül’ün Şavkı; kilimin tam orta kalbinde
atar da. Dün nasıl ki, renk cümbüşü kilimlerimizle Nizam-ı âlem olduysak, bugün
de aynı Gül tutku ve heyecanla Nizam-ı âlemce yeniden insanlığa soluk olabiliriz
pekâlâ. Hem madem töremiz de kilim demek,
ilim demek, o halde daha ne duruyoruz, gün bu gündür deyip deruni Gül
kokusu kilimin diline vakıf olma vaktidir.
Gül’e talip olalım ki; aşkın gözyaşı dünden
bugüne gönül tezgâhında işlendikçe her bir renk cümbüşü kalp, ruh, sır, hafi,
ahfa ve nefsi natıka denen letaif-i desenler zikr eyleyip kurtuluşumuza vesile
olsun.
Talip olalım ki; birlik
ve dirlik kilimini modern çağın en üst seviyesine sıçratıp bizi ötelere taşımış
olsun.
Talip olalım ki; o
özlenen Gül medeniyet doğuversin.
Talip olalım ki; Birlik Kilimi 'Gül'e Hasret
Asım'ın nesline’ yeniden umut ışığı olsun.
Şayet talip olmakta samimiysek, şayet Gül’ün
şavkına içten içe hasretsek tez elden birlik kilimine aşkın gözyaşı selini
yeniden nakış nakış işlemek vaktidir.
Şayet maziden
atiye uzanıp Asım'ın nesli olmak diye bir derdimiz varsa buram buram aşk kokan bu
topraklarda kilimin diliyle seferber olmak zamanıdır. Zaten Asım'ın nesli olduğumuzda
fazla söze hacet kalmaz da.
Şu bir gerçek, her bir gönül yanması bir yandan kilimin dilini idrak etmeye
çalışırken, diğer yandan da bunca
çeşitliliğin ayrılık ve gayrilik olmadığını, bilakis birlik kaynağı bir iksir
olduğunu fark edecektir. Nasıl fark edilmesin ki, kilimin dili hemen herkese ‘Çokluk
içinde vahdet deryasına dalmanın’ gerçeğini sergiler de. Besbelli ki kilimin
dilinde ayrılığa ve gayrılığa yer yoktur. Sonuçta hepimiz 'Ben-i Âdem’iz, topraktan geldik dönüş yine toprağadır. İşte
kilim toprak olmayı hatırlatmak için vardır. Dahası zengin fakir, amir memur ayrımı
yapmaksızın her sınıftan insan toprağa karıştığında eşitlenir de. Böylece
kilimin dilinden daha toprağa karışmadan çokluk içinde bir olmamızın idrakine
varmış oluruz. Yetmedi bu kilim diline vakıf olma sayesinde asırlar boyu
böylesi aşkın gözyaşı dirlik ve birlik kilimlerimizle cümle âleme ışık oluruz
da.
Evet, tek tip
modeller çatışma ve yok etmeyi ön görürken, aşkın gözyaşı nuru kilimlerimizde kardeşliğe,
sevgiye ve kaynaşmaya kucak açmakta. Ne var ki;
sonradan birlik tutkusu kilimlerimiz 27 Mayıs ve 12 Eylül askeri
darbelerle, 28 Şubat Post-modern darbe ve
17-25 Aralık ve 15 Temmuz ihanet çetesi darbe girişimlerle akamete uğratılmaya
çalışılmıştır. Maalesef darbe dönemlerinde bir takım karanlık mihraklar tek
tipleştirmeye yönelik operasyonlarla Türkiye’yi tek tip desenlik kilime mahkûm
etmeyi hedeflemişlerdir. Neyse ki artık o eski Türkiye anlayışından hızla
uzaklaşır haldeyiz. Tek tip desenlilikten çıkmamız gerekirdi, çıkıldı da. Ancak
yine de her şey güllük gülistanlık sayılmaz,
daha çok kat edilecek menzilimiz var. Her şeyden önce 2023 Yeni Türkiye
hedefine giden yolda bizi yolumuzdan alıkoyacak haramilerin mevziiye yatıp bir fırsatını
bulduğunda boş durmayacaklarını unutmamak gerekir. Hani şu meşhur “Su uyur
düşman uyumaz” atasözümüz var ya, işte bu atasözümüzden hareketle her an ve
her salise uyanık olmamız icab eder. Uyanık olalım ki, doğulusuyla batılısıyla, güneylisiyle
kuzeylisiyle bölünmez bütünlüğümüz iri olsun, diri olsun, hep birlikte Türkiye olunsun.
Bilhassa yediden yetmişe herkese kucak açaraktan gönül dolusu bir demet Gül sunalım
ki vakit birlik vakti olsun. Vakta ki aşkın gözyaşı kilimlerimiz yeniden ilmek
ilmek tam olarak işlendiğinde biliniz ki bir daha alt kimlik, üst kimlik
tartışmalara gerek kalmaksızın Türk’üyle, Kürd’üyle, Arab'ıyla, Arnavut'uyla,
Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Gürcü’süyle, Roman'ıyla, Boşnak’ıyla, Sünni’siyle,
Alevi'siyle 'Birlikten Dirlik, Dirlikten Birlik’ olduğumuzu yeniden keşfetmiş
olacağız demektir. Unutmayalım ki bir
elin nesi var, iki elin sesi vardır. Madem öyle, birlikten güç doğar gerçeği doğrultusunda aynı
Nebevi Gül iksirinden ilham alarak Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir,
Bayrağımız bir, Yazımız bir, Kışımız
bir, Halaylarımız bir, Horonlarımız bir deyip Nizam-ı âleme yol almak vaktidir.
Hâsılı kelam, fazla söze ne hacet kardeşçe
yaşamayı bize çok gören karanlık güçlerin oyununu ancak kilimin diliyle
bozabiliriz. O halde tez elden tüm cümle
âleme ‘Vakit Birlik Vaktidir’ ve ‘Vakit Türkiye Vaktidir’ gerçeğini ilan etme
vaktidir.
Bu
böyle biline.
Vesselam.
http://www.bayburtpostasi.com.tr/kilimce-askin-gozyasi-birlige-cagri-makale,7252.html