DÖLLENME BASİT BİR HADİSE
Mİ?
SELİM GÜRBÜZER
İlginçtir döllenmeyi (ilkah)
sıradan bir işmiş gibi gören kendini bilim adamı sanan bir takım aklıevvel adamlar
maalesef bakteriler, kamçılılar (flagellate) algler, mantarlar, sporlar,
yosunlar ve eğrelti otlarının üreme faaliyetlerine de iptidai gözle
bakmışlardır. Oysaki üreme faaliyetlerine analitik gözle bakmak yerine ilkellik
olarak yaftalamak bu işin bilimle bağdaşır hiç bir yanı yoktur elbet. Mesela
bazı bitki örneklerinde tohumlama hadisesi iyi analiz edildiğinde erkek tohumun
saldığı kimyasal salgılar sayesinde dişi tohum hücrelerini bulduğu
gözlemlenmiştir ki, en basitinden bu tür örnekler bile tek başına döllenmenin
gelişi güzel rastgele olamayacağının delili olarak göstermeye ziyadesiyle yeter
artar da. Düşünsenize birde tohumu
olmayan bir eğrelti otunun yapraklarında spor kesesi içerisinde konumlanmış sperm,
su filmi boyunca ortama malik asit gibi
bir takım kimyasal uyarıcılar salgılayan archegonia’ya hareket ederek bir anda
kendisinin tanınmasına yetip böylece diploit zigottan bir sporofit
gelişebiliyor. Derken böylesi bir döllenme hadisesi sayesinde bünyesinde hem
erkek hem de dişi spor keseleri bulunduran bir eğrelti otundan kısa sürede
kendi köklerini ve gövdesini geliştiren bağımsız bir bitki meydana gelmiş
olur. Dolayısıyla şimdi tamda bu
noktada bu işin sıradan basitmiş gibi hafife alanlara sormak gerektir, Allah aşkına bunun neresinde iptidai
(ilkellik) üreme durumu söz konusudur? Hakeza
bir başka üreme faaliyeti örneklerine baktığımızda suda yaşayan birçok
canlıların döllenmesi beden dışında gerçekleşebilirken, karada yaşayan
canlıların büyük çoğunluğunun ise beden içerisinde yani dişinin nem ortamı yumurta
kanallarında gerçekleştiğini görmekteyiz. Dolayısıyla bu tip üreme örneklerde
bize gösteriyor ki, tıpkı eğrelti otunda
olduğu gibi nasıl ki ortamda yeterli miktarda nem varsa gametofit döllenir ve
diploid bir sporofite dönüşerekten sporların üreme hadisesi gerçekleşebiliyorsa, aynen
öyle de bu tip üreme örneklerinde kendine özgü bir nem ortamına ihtiyaç hâsıl
olaraktan üremesi söz konusudur.
Üreme hadisesine genel çerçevede
baktığımızda çoğunlukla üreme hücrelerinin hayati temel programı esasen sperm
ve yumurta hücresine dayanır. Nasıl ki bir tohumun programında büyük bir koca
ağaç kodluysa aynen öyle de sperm ve yumurta hücrelerinin içerisinde de gelmiş
geçmiş tüm ebeveynlerin karakteristik genetik kod özeliklerinden tutunda
gelecek kuşaklara aktarılacak olan karakteristik genetik kod özelliklerde
kodludur. Bilindiği üzere kadınlarda ergenlik çağına gelmişliğin göstergesi
hayız hali (menstruatıon) olup, bu durum
rahim duvarının yıkılmasıyla vuku bulmaktadır. Dolayısıyla buluğ çağına erişmiş
bir kızın (püberte-erinlik) adet hali 28
günlük dönemin ortasına denk gelip genellikle on dördüncü güne gelindiğinde
yaklaşık 50’ye yakın yumurta hücrelerinden bir tanesinin bölünme sürecine
girdiği gözlemlenir. Böylece bölünme süreciyle birlikte meydana gelen dört
yumurta hücreleri içerisinden döllenme kabiliyetine sahip sadece bir tanesi
yumurtalıklardan atılımı gerçekleşebilmekte. Yani bu demektir ki dört tanesinin
atılmasına üreme faaliyeti programı gereği izin verilmez. Yukarıda da dedik ya, üreme faaliyeti basite
alınacak bir iş değil, tamamen
programlanmış bir iş olduğu şundan besbellidir ki şayet yumurtaların dördününde
atılmasına izin verilmiş program olsaydı her hamilelik dönemi dört çocuk
doğacak demektir ki vay o annenin haline.
Programa “ol” emrini veren
ilahi güç gelişmiş olan dört yumurta hücresinden sadece bir tanesine döllenip olgunlaşma
kabiliyeti vermiştir. Yine de Yüce Allah
dilerse programın dışında birden fazla yumurta hücresinin yumurta kanalına
geçişiyle birlikte her birinin farklı spermler tarafından döllenip ikiz, üçüz,
dördüz denen çokuz bebeklerin doğmasını halk etmekte. Hatta alışılmışın dışında
buna benzer bir durumu zigot aşamasında da gerçekleştiğini görebiliyoruz. Nitekim zigot bölünme esnasında bir zar
içerisinde birleşemeyecek şekilde ikiye üçe veya dörde ayrılarak gelişirse bu sefer
hakiki çokuz üreme hadisesi vuku bulur ki,
işte bu tür çokuz hadiselerin ardından hem kız, hem erkek, hepsi kız ya
da hepsi erkek çocuklar dünyaya gelecek demektir. Şayet yumurtalıklardan
yumurtanın atılmayla başlayan bu süreçte döllenme gerçekleşirse hayız halinin kesilmesiyle
birlikte gebelik boyunca kanama hali de görülmeyecek demektir.
Düşünsenize
3 ila 5 mikrometre çapında baş, boyun ve kuyruk kısımdan ibaret spermatozoit
hücreleri sayesinde çapı yaklaşık 100 mikrometre olan oositi döllemesiyle
birlikte içerisinde tüm insan profilinin (genotipinin) sığdırıldığı bir zigot
oluşumu gerçekleşebiliyor. Malumunuz kadının ayda bir yumurta hücresinin
yumurtalığından döl yatağı boynuzlarına kadar uzanan yumurtalık kanalına bırakılması
gerekir ki döllenme hadisesi vuku bulabilsin.
Öyle ki bu söz konusu yumurta hücresi döl yatağı borusunun başlangıcında
kanal boyu taşınır bir haldeyken bu süreç içerisinde şayet cinsel ilişki
olmuşsa vajinaya bırakılan sperm hücreleri rahim ve döl yatağı kanalından
ilerleyerek ovumun (yumurta hücresinin) etrafını çepeçevre kuşatacaklar demektir.
Ancak çepeçevre saran onca sperm arasından sadece bir tanesine dölleme nasip
olacaktır. Böylece sperm ovumun içerisinde eriyip kaynaşaraktan zigota
dönüşecektir. Akabinde embriyolojik süreç başlayacaktır.
İşte görüyorsunuz, döllenme hadisesinde nerden nerelere gelinen
noktalarda en nihai hedef vuslat olacaktır. Başlangıçta gamet hücreleri (eşey
hücreleri) bir araya gelmeden önce erkek
spermatozoon hücrelerinin kendi içinde spermatogenezis olarak gelişim kaydedip
üretilirken dişi oosit hücrelerinin de kendi içinde oogenezis olarak gelişim
kaydedip üretildiğine şahit olmaktayız. Sonrasında
ise malum kendi kaynağında gelişim kaydedip olgunlaşan sperm ve yumurta hücreleri
bulundukları mekânlardan döllenme için yola koyulduklarını şahit oluruz. Tıpkı oğlan
ve kız çocukların olgunlaşıp buluğ çağına geldiklerinde ana ocaklarından çıkıp gelin
güvey olma hadisesinin ta kendisi bir durumdur. Değim yerindeyse kendi öz yurdundan göç edenlerin
kar tipi demeden uzun bir yolculuğa çıkmanın akabinde vuslata ermek ya da
döllenme (fertilizasyon) denen ilkah hadisesinin gerçekleştiği bir
durumdur. Bu hadisede belki kafamızı kurcalayacak olan şu sual akla gelebilir; hadi
sperm hücrelerinin hareketli olması dolayısıyla onun yolculuğunu bir noktada
anlayabiliyoruz, ama söz konusu yumurta hücreleri olunca hareketsiz olmaları
hasebiyle doğrusu kendi yolculuğunu nasıl gerçekleştirdiğini anlamakta zorluk
çekebiliyoruz. Biraz üzerinde kafa
yorduğumuzda her ne kadar yumurta hücreleri sperm hücreleri kadar hareketli olmasalar
da her yumurtlama döneminde bir folikül olgunlaşarak değim yerindeyse yumurta
hücresinin kız evinden çıkmasını sağlayıp serbest bıraktığın görürüz. Düşünsenize tek bir yumurta hücresini sarıp
sarmalayan onu besleyip koruyan folikül yapı bir noktadan sonra beslediği
yumurta hücresini bizatihi salgıladığı östrojen hormonu ve takım enzimlerin etkisiyle
yuvadan uğurlayabiliyor. Nitekim salgılanan sıvının hem yumuşatıcı hem basınç etkisi
sayesinde yumurta hücresini yerinden kımıldatmaya ve karın boşluğuna uğurlamaya
ziyadesiyle gücü yeter de. Tabii bu
yolculuk burada sona ermez, dahası var. Şöyle ki; bu uğurlayış sırasında
yumurta hücresine bir başka yardım eli uzatılır ki, bu el fallop tüpünün
(kendisine yumurta kanalı denilen) en
dıştaki parçası konumunda hem yumurtaları yakalamak hem de kanalize etmekle görevli
ve kendisine infundibulum denen huni şeklinde parça uçtur bu. Böylece yumurta
kanalının en uçtaki bu parçacık el sayesinde yumurtalıktan periton boşluğuna
bir oosit salınmasıyla birlikte fimbriaların kirpikleri yumurtayı Falllop
tüpüne süpürür. Derken sürüklenen yumurta hücresi tünel içerisinde ta ki oğlan evinden
yola çıkan damadın (sperm hücreleri) gerdek gecesinde gelin güvey olana
kadar bekletilir. Ancak o bekleme süresi içerisinde gelin ile güvey birbirlerine
kavuştuklarında şayet döllenme şartları oluşmadıysa döllenme gerçekleşmeyebilir
de. Bu durumda ister istemez döllenmeyen yumurta hücresi kendiliğinden eriyip
yok olacaktır.
Az gittik uz gittik dere tepe düz
gittik derken yuva kurmak için yola çıkılan bu yolda damat (güvey) adaylarının yumurta hücrelerine nazaran tek
avantajlı yanları kuyruklu ve hareketli olmalarıdır. Yine de bu demek değildir
ki yolculuk çok rahat geçecek, zira bu
yolculukta testislerin arka epididimis kısmında istirahate çekilmiş olan sperm
hücrelerini (damat adaylarını) zorlu
şartlarda çetin bir sınav beklemekte. Öyle ki milyonlarca sperm hücresi bu
çetin yolculuk öncesinde bir yandan beyindeki hipofiz bezinden folikül stimüle
edici hormonla (FSH) aktif hale gelirken diğer yandan luteinizan hormonun (LH) tetiklediği
testeron hormonu salgısıyla da olgunlaşmaları sağlanır. Yani bu ön hazırlıklar
tamamlanmadan öyle bulundukları mekânlarından kolay kolay ayrılmak yok elbet. Kaldı
ki, buda yetmez yola çıktıklarında kurda kuşa yem olmamak içinde mutlaka yolculuk
boyunca gerek lojistik bakımdan gerekse iaşe bakımdan destek alacağı mekanizmalara
da ihtiyaç hâsıl olacaktır. Nitekim
kendilerine bu hususta üç koldan ilk evvela seminal veziküllerden salınan sıvılar
yardım elini uzatıp destek çıkacaklardır.
Bu bezin salgıladığı fruktoz şekeri sefere çıkan milyonlarca sperm
hücresinin hem beslenmesini hem de enerji tazelemesini sağlayacaktır. İkinci
yardım eli prostat bezinden gelip, bu bezin temel özelliği akışkan olmasıdır.
Dolayısıyla bu akışkanlık konukların hareket manevralarına güç katacaktır. Üçüncü yardım elini uzatacak olan ise prostat bezinin
hemen altında konumlanan Bulboüretral bezi (bir diğer adı Cowper bezi) ise
salgıladığı sıvı sayesinde sperm hücrelerinin hacim itibarı ile yapısı daha da
genişlemiş olacaktır. İşte bu üç salgı
bezi belli başlı merkezlerden gerekli desteği alaraktan gelişimini ve donanımını
tamamladıktan sonra sperm hücreleri nihayetinde vajinaya boşaltılır kıvama
gelir. Ancak konuk olduğu vajinal
ortamda pek alışık olmadıkları ortam olması hasebiyle pek emin bir mekânda
sayılmaz. Zira vajinal mekânın asidik değeri spermler için öldürücü nitelikte
olabiliyor. Neyse ki yolculuk esnasında uğradığı üç merkezden kendilerine
iştirak eden bir başka merkezin saldığı sıvı salgısının pH değerinin bazik
olması (pH 7,2) adeta Hızır gibi imdatlarına yetişip vajinal mekanın
ortamını nötr hale gelmesini beraberinde getirecektir. Derken bu bazik sıvı
desteği sayesinde tehlikede atlatılmış olur. Tabii tehlikenin giderilmesiyle
her şey bitmiş sayılmaz, birde spermlerin yumurta hücresini bulma noktasında
hangi yöne gideceği meselesi vardır. Neyse
ki önlerinde ki bu meselede de yumurta hücresini bulma noktasında bu kez karşı
taraftan gelen yumurta hücresinin saldığı bir koku maddesi Hızır gibi imdatlarına yetişecektir. Öyle ki bu söz
konusu koku salgısı sperm hücreleri üzerinde kemotaksis etki yapıp yol
almalarına rehberlik edecektir. Daha da
olmadı bir yandan da takviye kuvveti diyebileceğimiz yumurta kanalından gelen
bir sıvının spermler üzerinde reotaksis etki yapıp vuslat anı için yüzmelerinin
önü açılacaktır. Spermler yüze dursun, şu
da var ki yumurtaya doğru yüzüp gelebilen milyonlarca sperm hücresinden sadece
500 ila 1000 civarında sperm hücresi ancak yumurta hücresiyle buluşabiliyor. Buluşanların
da malum bu yolculardan ancak bir tek sperm hücresine vuslat nasip olabiliyor. Bikere
her şeyden önce bir yumurta hücresinin döllenebilmesi için kendinde eksik kalan
genetik şifrelerini tamamlayacak ya da etrafına üşüşüp kümelenen sperm hücreleri
arasından kendi genetik kartının şifrelerini açacak olan sadece bir tanesiyle
uyumlu spermle gerdeğe girmesi gerekir ki döllenme ve üreme gerçekleşebilsin.
Aslında bu durum normal biyolojik kurallar çerçevesinde analiz edildiğinde
döllenmenin hiçte öyle basit bir şekilde pekte kolay gerçekleşemeyeceğini
göstermektedir. Vuslatın gerçekleşmesi
için belli ki, ilahi ferman gereği, yumurta hücresinin yolculuğun
başlangıcından itibaren yaklaşık iki yüz elli milyon sperm hücrelerinden sadece
bir tanesine kendi eksik kartlarını tamamlattıracak bir gizli ‘Ol’ emre ihtiyaç vardır. Nitekim Fussilet suresinde İlahi hitap bizlere
bu hususta:
“,,.hiçbir dişi gebe kalamaz ve
doğurmaz” diye beyan buyurulmak
suretiyle “Ol” emrin iznine tabi
olarak gebe kalınabileceğine işaret
edilmekte. Gerçekten de Yüce Rabbimizin ‘Ol’ deyince oldurur, “Olma” deyince oldurmaz hükmüyle bir şey ya
vücut bulur ya da vücut bulmaz, buna
müminler olarak inancımız tamdır. Hiç kuşku yoktur ki, bir incir çekirdeği tohumunda dallarıyla,
gövdesiyle meyvesiyle birlikte bir ağacı kodlayan Yüce Allah, elbette ki sperm hücresi içerisinde insana ait
karakterleri içeren programı da “Ol”
emriyle bir damlacığa kodlayanda yegâne tek Yaratıcı kudret sahibidir. Madem
öyle, böylesi müthiş bu mucizevî olayı sorgulamak bize asla yaraşmaz, bize sadece “Amenna ve Saddakna” demek yaraşır. Hem biz kimiz ki sorgulamak lüksümüz olsun,
sonuçta bizler Benî Âdem’den bir yaratığız.
Baksanıza Ovaryum hücresi bir insanda bulunması gereken 60.000 civarında
genetik karakterin yarısını taşıyan bir amolegen genidir, yani ovaryum mayoz
bölünmeyle ortaya çıkan bir ünite olup, mevcut 46 kromozom içerisinde 23
kromozoma indirgenmiş kod olarak “Ol”
emrin gereğini yapmakla kendini adamış durumda.
Hakeza babadan gelen meni hücreleri de her ne kadar bizim gözümüzde
kalabalık orduları andırır birbirine iç içe geçmiş karışık kuruşuk kartlar gibi
gelse de aslında her bir sperm hücresi
“Ol” emriyle dişi yumurta hücresinin kilidini açacak kart olmaya adamış
adaylardır. Dolayısıyla bu noktada hücre âleminde her bir fert emre amade bir
şekilde ferman başım üzerine derken bizim sorgulamamız abesle iştigal
olur. Üstelik ortada sorgulanacak bir
durumda yoktur, bilakis ortada apaçık bir şekilde yukarıda da belirttiğimiz
üzere yolculuğun başında annede gelen bir ovaryum (yumurta) hücresine
karşılık babadan gelen yaklaşık 250.000.000 meni hücresi karşılık gelen bir mucizevi
hadise vardır. Hele yolculuk ilerledikçe böylesi mucizevi bir hadisenin daha da
ilginç kılan yanı vardır ki, o da malum 250.000.000 spermden ancak 500 ila 1000
civarında sperm hücresinin yumurta hücresini çepeçevre kuşatıyor olmasıdır. Belli
ki her bir nefer Yücelerden emir almış olsalar gerek ki yeni bir canlının
doğumuna vesile olmak için burada mevzilenmiş durumdalardır. Her bir nefer mevzilene dursunlar, böylesi mucizevi hadisede akıllara durgunluk verecek
asıl olay yumurta hücresinin onca sperm hücresi neferi arasında kendi genetik
kartını açacak olan tek bir sperm hücreyi nasıl tanıyıp da onunla döllenmeyi
gerçekleştirdiği çok ilginçlik durum oluşturacaktır. Ancak burada unutmayalım
ki onca sperm arasından seçilmiş tek sperm hücrenin de hemen vuslatı bir
çırpıda da kolay olmayacaktır, hemen önünde
duran bariyeri de geçmek zorundadır. Bu bariyer tıpkı evlenecek çiftlerden
erkeğin gerdek gecesinde kızlık zarı bariyerini de aşması gerektiği bir durumu
da hatırlatan bir hadisedir. Öyle ya, bu söz konusu bariyerlerde aşılması
gerekir ki gelin güvey olmaktan çıkıp anne baba olunabile. Bu durum hücre
bazında düşündüğümüzde öncelikle bu iş için yumurta hücresi tarafından spermi
kendisine cezbettirecek fertilizin madde salgılaması gerekir ki sperm hücresinin
akrozom kısmında antifertilizin denen asidik bir protein salgılayabilsin.
İcabında bu da yetmez karşılıklı salgılar salınmalı ki sperm hücresi yumurta
hücresinin zona pellusida denen jelimsi örtü zarına tutunup geçiş izni
alabilsin. Dikkat edin izin dedik, nedeni farklı türe ait yabancı (ajan)
spermleri ayıklamaya yönelik önlem içindir. Böylece bu kontrol mekanizmaları
sayesinde döllenmenin akabinde embriyonun belli aşamalar kat ederekten gelişimi
neticesinde insan insan olarak, hayvan hayvan olarak dünyaya adımını atıp
gözünü açmış olmakta.
Evet, yumurta
hücresinin cazibesine kapılan sperm hücresi nice önüne çıkan tüm bariyerleri
aştıktan sonra kendisini eş olarak seçen yumurta hücresinin izniyle akrozom
kısmını çatlatıp ancak o zaman açığa çıkardığı enzimin zarı eritmesiyle vuslatını
gerçekleştirebilmektedir. İşte vuslat bu noktada biyolojide karşılıklı
kromozomların kaynaşıp birleşmesi manasına gelen “fertilizasyon” kavramı olarak anlam kazanır da. Halk dilinde ise bu kavram malum
döllenme olarak dillendirilir. Her neyse
böylesi bir mucizevi hadise ne şekilde ifade edilirse edilsin döllenme
hadisesinde görünen o ki kapıdan içeri öyle elini kollunu sallayarak
geçilmemekte, bilakis kapılar “Ol” emriyle izne tabi seçilmiş olana açılmakta. Her gelene kapıların açılmadığı şundan
besbellidir ki geçiş izni olana kapı açılıp içeriye alınır alınmaz (vuslat sonrası) derhal zarın yapısı değişerekten kapının
tekrardan dışarda kalan spermlerin yüzüne kapatılıyor olmasıdır. Dedik ya,
değim yerindeyse kızlık zarı geçiş izni alan tek sperme özgü bir hücre
duvarıdır, diğerleri içinse kapalı hücre
zarından başka bir anlam ifade etmeyen bir duvardır. İşte tüm bu
anlatılanlardan sonra birileri halen döllenme hadisesinde bu akıl almaz
mucizevi bilmeceyi hafife ala dursun, bizim
için önemli olan Allah-ü Teâlâ’nın yumurta hücresinin genetik kodların
çözümlemesinin ancak “Benim irademle” olabileceğini şu ayetle ortaya koyması
çok önem arz eden bir husus olacaktır, gerisi teferruattır elbet. Bakınız Yüce
Allah (c.c) bu hususta ne beyan buyuruyorlar:
-“Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi
O’na aittir O’nun bilgisi dışında hiçbir şey kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi
gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara: Bana koştuğunuz ortaklar nere de diye
seslendiği gün: Sana buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını arz ederiz derler.”
(Fussilet suresi(41) 47.ayet).
Döllenme hadisesinden sonra malum anne
karnında embriyolojik süreç başlayacaktır.
Yani yumurta ve sperm hücrelerinin birleşmesiyle oluşan zigotun çift sarmallı
DNA molekül haline gelmesiyle birlikte arka arkaya mitoz bölünmeler eşliğinde
hücre sayısının artmasına bağlı olarak embriyolojik süreç vuku bulacaktır. Bu
süreçte embriyonun oluşumunun başlangıcında hücrelerin tümü oval yapıdadır. Dahası bu sürecin başlangıcında ovum ve
spermatozoit çekirdeklerinin birleşmesiyle meydana gelen zigotun takriben 30
saat sonrasında ikiye bölünüp 3 gün sonrasında ise morula denilen yumağa dönüşmüş
bir hal ve vaziyette diğer embriyolojik safhalara adım atılmış olunacaktır. Derken
zigotun ardı ardına bölünme evreleri geçirmesi sonucunda dört gün sonrasında
doğacak olan çocuğun embriyo denen ilk taslağı şekillenerekten rahim boşluğuna düşmüş
olunacaktır. Zigot aynı zamanda bir insan bedeninde bulunan yaklaşık 60 trilyon
hücrenin özeti diyebileceğimiz ve embriyo oluşumuna geçit teşkil eden ilk nüve oluşumun
ta kendisi bir hücredir. Öyle ya, nasıl ki bir tohum tanesinde bir ağaç
gizliyse, aynen öyle de bir zigotta 60 trilyonluk hücrelerden meydana gelen bir
insan kodludur. Zigot oluşumuyla birlikte oluşan embriyo ise yarı anneden gelen
yarı da babadan gelen kromozomlarla şekillenip karakteristik özellik kazanan ve
çocuk oluşumuna geçit teşkil eden ilk canlı taslağı oluşumunun ta kendisi bir
hücredir. Bilindiği üzere insan genomuna kodlanmış 46 kromozomlardan ikisi
cinsiyet kromozomları olup bunlardan X kromozomu dişilik özelliği taşırken, Y
kromozomu ise erkeklik özelliği taşır. Öyle
ki cinsiyet geni olarak bilinen Amelogenin geni erkeklerde XY şeklinde temsil edilirken,
kadınlarda da XX şeklinde temsil edilir. Nitekim erkek ve yumurta hücresine ait
kromozomlar bölünme safhasında iki allel cinsiyet geni olarak geçiş yaparlar. Bu
durumda sperm hücreleri yarı X, yarı Y
geni üzerine bina edilmiş olunacaktır. Kelimenin tam anlamıyla sperm hücreleri yarı
yarıya dişi ve yarı yarıya erkek karakteristik bir yapıya sahip bir gen olarak
sahne almış olacaktır. Ve bu
karakteristik özelliğini döllenme hadisesinde kendini gösterir de, Nasıl mı? Şayet sperm hücresi ovaryum hücresini dölleme
esnasında bünyesinde kodlu olan X geni daha baskın bir durumda ise bu demektir ki
çocuk kız doğacaktır, yok eğer döllenme esnasında Y geni baskın durumdaysa çocuk
erkek doğacak demektir. Nitekim anne
karnında doğacak olan çocuk şayet erkekse cinsiyet organları daha altı haftalık
ceninken bile teşekkül etmeye başlayıp küçücük bir kabartı şeklinde kendini
belli edecektir. Hatta ultrasonda cinsiyet yönünden erkek bebeğin olduğuna dair
ilk işaret belirgin çıkıntı şeklinde kendini gösterir bile. Hakeza kız çocuk
ise üç çizgi şeklinde kendini gösterir. Ultrasonda ister minik kabartı ister üç
çizgi şeklinde çocuğun cinsiyeti belirlene dursun, sonuçta her iki cins içinde geçerlilik arz
eden husus yaklaşık beş aylık embriyolojik gelişim sürecinde cinsiyet taslağı tamamlanmış
halde anne karnında bir zaman sonra diliminde dünyaya geleceğini muştuluyor
olması çok önem arz edecek bir husustur. Öyle ki anne rahminde ki cenin beşinci ayına
geldiğinde cinsiyet gelişimini tamamlamasıyla birlikte doğacak olan çocuğun
erkek mi yoksa kız mı olacağı noktasında tüm tereddütlere mahal bırakmayacak
şekilde kendi cinsiyetini muştulayıp dünyaya geleceğinin işaret fişeğini
ateşler de. Ve bu hususta Yüce Allah (c.c) şöyle beyan buyurur da: “Allah bilir, rahimlerde ne varsa.” (Lokman
34), “Şimdi gördünüz mü rahimlerde
döktüğünüz meniyi? Onu insan biçiminde siz mi yaratıyorsunuz, yoksa Biz miyiz
yaratan?” (Vakıa 58, 59).
Velhasıl-ı kelam, ayet-i kerimelerden
de anlaşıldığı üzere döllenme hadisesinin sıradan basit bir iş olmadığı, bilakis mucizevi bir hadise olduğu
anlaşılmaktadır.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/yazar/selim-gurbuzer/dollenme-basit-bir-hadise-mi-5648-kose-yazisi