DNA’YA DİRLİK VEREN SU MU?
SELİM GÜRBÜZER
Malumunuz vücudumuzun %73’ünü su
oluşturmaktadır. Bakmayın siz öyle suyun dış görünümüne bakıp da cansızmış gibi
göründüğüne. Oysaki cansız sandığımız su,
mikro âlemden makro âleme hemen her alanda dirlik sağlayan ab-ı hayat memba kaynağımızdır.
Öyle ya, madem su hayata dirlik katan memba
kaynak, o halde ab-ı hayat kaynağını “aman
ardı üstü sudur, bu kadarda abartmaya gerek yoktur” babından hafife alaraktan es
geçmeyelim. Hem nasıl hafife alıp es geçebiliriz ki, hücrelerimizi yöneten DNA’ya
dirlik katan da bizatihi su moleküllerinin ta kendisidir zaten. Hiç kuşkusuz
suyun dirlik katma gücü kendisinde değil,
bilakis Allah’ın “Ol” emriyle tecelli eden dirlik gücüdür bu. Her ne kadar Alman Hekimi Ernst Haeckel; “Bana su, kimyasal madde ve yeterli derecede
zaman verilirse insan yaratabilirim” anlamında maksadını aşan sözler sarf
etse de yaratma fiilinin sadece Allah’a mahsus bir sıfat olduğu gerçeğini
değiştiremeyecektir.
Evet, Yüce Allah’ın “Ol” emriyle DNA’ya dirlik
katan su molekülleri bunla da kalmayıp aynı zamanda susuzluğumuzu da giderecek
tek içeceğimizdir. O öyle susuzluğu giderecek bir içecektir ki; bulunduğu kab içerisinde
en uygun ortam şartlarını sağlamanın yanı sıra bir bakıyorsun hem ortama kendi özgül
ısısını katıp ısı dengesini ayarlamakta hem de bağrında taşıdığı iyonlarını da katıp
ortamın iyonize olmasını (disosiye
olma) sağlamakta. Nitekim bu iş için
su molekülünün yapısında yer alan artı (+) yüklü hidrojen iyonu ve eksi (-)
yüklü hidroksil iyonu bulunduğu ortama canlılık katmak için varlardır. Hele bu
hususta su analizi laboratuvarlarında yapılan çalışmalar neticesinde ortaya
konan bulgulara bir göz attığımızda hidrojen iyonunun DNA’nın yapısındaki riboz
şekeri ile amino grup asidi nükleotidlerinin arasında elektriksel etki yapıp hemen
her tür canlının DNA’sını iri ve diri hale getirdiğini görürüz. Hele bilhassa
DNA’nın yapısında yer alan hidrojen iyonlarının gerek fosfor bileşiği olan ATP enzimin
aktif hale gelmesinde, gerek amino asid oluşumunda etken unsur olmasında,
gerekse riboz şekerinin sentezlenmesindeki rolü ve katkı payı inkâr edilmez
derecede çok büyüktür. Değim yerindeyse hidrojen iyonlarının oynadığı rol ve
sağladığı katkı payı sayesinde hücre içerisinde yönetici konumunda bulunan DNA’nın
elini ve kolunu daha da güçlendirmiş olmaktadır. Her ne kadar DNA’nın bizim
gibi görünür halde eli kolu yok gibi gözükse de kazın ayağı hiçte öyle değil, hücre
içi ve hücre dışı yaptığı devasa boyutta faaliyetler bakımdan meseleye baktığımızda
basbayağı da elinin kolunun nerelere kadar uzandığını gayet net bir şekilde görebiliyoruz.
Zira DNA’nın boyutları itibariyle çift sarmal halkasının 2,0 nanometre büyüklükte
ve amino asit moleküllerinin 0,8 ila 1,1 nanometre çap büyüklüktü olduğu yönüyle
düşündüğümüzde böylesi mili mikronluk dar bir alanda muazzam hücresel bazda
faaliyetlerini yürütüyor olması bal gibi de elinin kolunun nerelere kadar
uzandığını göstermeye yeter artarda. İyi
ki de ab-ı hayat suyun yapısında yer alan hidrojen iyonları canlı hücrenin
temelini oluşturan merdivenimsi DNA zincirinin halkalarında yer alıp bu sayede
canlı âlem iri ve diri tutulmuş olmakta. Aksi halde bizi iri ve diri tutacak ab-ı
hayattan söz edemeyecektik. Nitekim Yüce Allah (c.c) ab-ı hayat bu mucizevi
hadiseyi Kur’an’da kullarının dikkatine şöyle beyan buyurarak vurgulamakta: “O kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik halde iken biz onları
ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık. Hala inanmıyorlar mı?” (Enbiya, 30).
İşte bu ayet-i kerimeyle suyun ab-ı hayat
olduğu gerçeğini insanoğlu daha yeni dikkatini çeker olsun, oysaki her canlının
sudan yaratıldığına işaret teşkil eden bu mucizevi hadisenin duyurusu ta bundan
on dört asır öncesinde tüm insanlığın dikkatine çoktan sunulmuştu. Hatta Yüce
Allah (c.c) bu hususta yine “De ki: Göklerde ve yerde olup bitenlere
dikkatle bakın! “Fakat o uyarmalar ve o ayetler, iman etmeyen bir kavme fayda
vermez ki!” (Yunus,101) diye beyan buyurduğu ayet-i kerimeyle de iman
etmeyenler hariç, inananlar açısından suyun ab-ı hayat oluşu üzerinde tefekkür
ettiğinde çok büyük fayda elde edeceğini de müjdelemekte. Hiç kuşkusuz bu noktada mümin kullara düşen
görev Yüce Rabbimizin bu çağrısına icabet etmek olacaktır elbet. İcabet edelim ki hayatımızı su gibi aziz ve ab-ı
hayat kılabilelim. Öyle ya, suyun hayat
verici, diriltici, yapıcı ve canlılık kazandırıcı bir dizi özelliklerini
düşündüğümüzde biz aciz kulların haydi haydi ab-ı hayat su misali iri ve diri olmamız
icab eder. Hem her hal ve şartta iri ve diri olmaya gayret edelim ki hem yaratılış
kodlarımızdaki DNA’ya dirlik veren suyun ab-ı hayat verici özelliğinden
istifadeyle Rabbimize hamd-u sena ve şükürde bulunup kurtuluşa erenlerden olabilelim.
Malumunuz başlangıçta bilim dünyasında suyun
can damarı diyebileceğimiz DNA’nın önemi pek kavranamamıştı, öyle ki
başlangıçta DNA ile ilgili görüşler:
-Şekil yönünden
DNA telsel yapı görünümünde veya
kıvrılmamış yumak olarak değerlendirilmiştir.
-DNA molekül diziliş bakımdan hidrojen
(H) bağları ve fosfat grubu
sarmal zincirin dış tarafında yer aldığı yönündedir.
İşte ilk zamanlar DNA’ya bakış olarak iki
madde halinde sıraladığımız, hatta nerdeyse bir ucube gözüyle bakılan DNA
molekülleri hakkında ön yargılar, neyse ki James Watson ile Francis Harry
Compton Crick ikilisinin DNA’nın yapısını keşfetmeye başlamasıyla birlikte
eskimiş görüşler bir anda kendiliğinden ortadan kalkıvermiştir diyebiliriz.
Hakeza François Jacob’un DNA şifreleriyle ilgili açıklamaları da zihinlerde
birtakım kuşkuları silmeye yetmiştir diyebiliriz.
Her ne kadar DNA
molekülleri uzunlamasına yan yana sıralanmışlarsa da M.F. H Wilkins ve
arkadaşlarının X ışınları kırınımı deneylerinden hareketle bunların gerilmiş
bir şekilde uzamadığı, bilakis uzun helezonlar (heliks) şeklinde olduğu ve daha
çok sağa doğru heliks şeklinde kıvrıldığı belirlenmiştir. Bu arada merdivenin
her iki kenarında dizilmiş nükleotidlerin fosfat ve deoksiriboz moleküllerinden
meydana geldiği tespit edilmiştir. Merdiven basamakları ise pürin ve pirimidin
çiftleriyle donatılmıştır. Şurası muhakkak DNA’daki bu merdivenimsi basamaklar
rastgele dizilmiş değillerdir, tam aksine bir pürin olan adenin bir pirimidin
olan timinle ve diğer bir pürin guanin ise bir pirimidin olan sitozinle eş
yapacak tarzda dizilmişlerdir. Hatta bu dizilim i eşliğinde her pürin kendi eşi
olan pirimidine zayıf hidrojen bağları ile bağlanmış olur da.
Son yıllarda yapılan
deneysel çalışmalar sonucunda adenin organik kök sayısı timine, guanin organik
kök sayısı ise stozine eşit olduğu görülmüştür. Hani derler ya davul dengi
denginedir, aynen onun gibi sayılarının eşit olması birbirlerinin eksikliklerin
tamamlayıp eş olsunlar diyedir elbet.
Zaten eşleri taraf tarafa topladığımızda:
A=T
G=S
+______________
A+G=T+S tarzında, değim yerindeyse birbirlerinin eksikliğini
tamamlamış eşit çiftler elde ederiz. Derken bu denklem içerisinde hangi canlı
türün DNA eşleşmeleri esas alınırsa alınsın sonuçta esas alınan canlı
organizmanın DNA’sındaki pürinlerin eşleşim oranıyla primidinlerin eşleşim
oranı birbirine denk eşleşim olacaktır. Ancak yine de; Adenin + Timin ve Guanin+Sitozin
eşleşmelerinde bu oranlar değişiklik veya çeşitlilik gösterebiliyor.
Peki, tüm bu eşleşimler iyi hoşta, DNA merdiven basamakların her bir kenarında
oluşan eşleşmeleri birbirine karıştırmadan nasıl ayırt edilebilir ki? Elbette
ki “Her şey zıddı ile bilinir” kaidesinden hareketle, aynen DNA’nın diziliminde
rol oynayan kardeş moleküllerin her iki ucu da birbirine zıt yönde konumlanmasıyla
birlikte birbirinden ayır edileceklerdir. Mesela şeker organik kökleri
nükleotid zincirinde simetrik olarak yerleşmişlerdir. Yani şeker molekülü
zincirin bir ucuna 3 numaralı C’la (karbonla)
fosforik asite bağlanırken diğer uca 5 numaralı C’la fosforik asite
bağlanmaktadır. İşte bu ve buna benzer ayırt edici özellikler sayesinde baz,
deosiriboz ve fosforik asit moleküllerinden meydana gelen 3’lü sacayağı topluluğa
‘nükleotid’ denirken, buna uygun
olarak oluşan DNA zincirine ise ‘polinükleotid’
adı verilmektedir.
Her
neyse DNA’nın yapısı hakkında gelinen noktada artık günümüzde tanımlanan DNA modeli
ile Watson ve Crick’in ortaya koyduğu model hemen hemen aynısı olup, diğer
taraftan Wilkins ve arkadaşlarının yapmış oldukları X ışınları kırınımı
metoduyla elde ettikleri ölçümlerde dikkate değer model olarak bilim dünyasında
yerini almıştır diyebiliriz pekâlâ. Hakeza DNA moleküllerinin hidrojen bağları
vasıtasıyla çiftler halinde olduğunu gösteren diğer bir veri ise C.A. Thomas’ın
kıvamlılık denemeleridir. O halde gelinen nokta itibariyle DNA molekülü
hakkındaki bilgileri şu şekilde özetleyebiliriz:
-DNA iki zincirden
meydana gelmiş olup düzgün bir çift sarmal halka şeklindedir.
-Hidrojen bağları ile bağlanmş bazlar daima sarmalın iç kısmında
yer alıp, bazların sıralanması her zaman birinci şeritteki sıralanmaya bağlı
kalarak A-T ve G-S eşleşmesi tarzında karşılık bulur. Ve eşleşmelerde karşılık bulan
çiftlerin yer aldığı iki şeridi birbirine bağlayan köprü bağlar ise hidrojen bağlarıyla
bağlanmış olur.
-Zincirlerin yönü ise birbirine zıt
kutuplu olarak dizilim arz eder. Yani bir uç zincirdeki fosfat ve şeker bağları
(5’) (3’) şeklinde karşılık bulurken diğer uçta ki fosfat şeker bağları da tam
aksi yönde (3’) (5’) şeklinde karşılık bulur.
Aslında DNA analiz çalışmalarında
bulunmayanlar için DNA’nın yapısını anlamak açısından zihninde bir merdiven olarak
zihninde tahayyül edip onu hücre çekirdeğinde yönetici konumunda başkan olaraktan
düşünebilir pekâlâ. İşte böylesi bir
tahayyülle DNA’ya mikro molekül gözüyle bakılması zaten onun ancak elektron
mikroskobuyla görülebilir olmasına istinaden öyle bakılmakta. Yine de her ne
kadar çıplak gözle görünüyor olmasa da hele imkân olsa da ortaya salkım saçak bir
dökülse bir bakmışsın tek hücre içerisinde zincirlemesine dizilmiş 2 m
uzunluğunda devasa boyutlarda bir molekül yapıyla karşı karşıya kalacağız demektir.
Hele birde işin içine bir insan
bedeninin tümünü hesaba kattığımızda DNA’nın totalde n 200 milyar kilometre
boyutlara varan uzunlukta olduğu ortaya çıkacaktır. Demek oluyor ki milimikron
seviyelerde ki bir mikro âlemde değim yerindeyse gövdesiyle dallarıyla
yapraklarıyla birlikte merdivenimsi sarmal yapıda kocaman bir çınar ağacı
gizlidir. Nitekim insan vücudu böylesi
harikulade çınar ağacının merdivenlerine milyarlarca hücre elemanları
tutunaraktan kök salıp meyve vermekte. Ve bu meyveler merdivenimsin ağaç
dallarının her iki ucunda eşit bir şekilde dizilip cana can suyu olurlar da.
Şöyle ki; eşeysel hücrelerin dışında tüm vücut oku hücrelerin doku ve organlarında
kromozomların her birini oluşturan DNA miktar oranları eşit olarak dağılım
gösterirler. Eşey hücrelerinde ise malim bu miktar vücut hücrelerinin n yarısı
kadar dağılım gösterir. Örneğin bir tavuğun karaciğer, böbrek, dalak ve alyuvar
hücrelerindeki toplam DNA miktarı 2,6 x10 –12 molekül seviyelerde
olmasına karşılık bunların sperma hücrelerindeki DNA miktarı 1,3x10 –12
molekül seviyelerde olduğu belirlenmiştir. Keza bir farenin karaciğer, dalak,
böbrek, alyuvar ve sperma hücreleri ile karşılaştırılırsa sonucun farklı olduğu
görülecektir. Her şeyden öte bu rakamlara bakınca hücre hayatı gerçekten büyük
bir âlemmiş.
Peki, bu âlemde bize
cansızmış gibi görünen sadece su mu dur? Elbette ki sudan başka bir takım virüs
ya da bakterilerde cansızmış gibi görünürler. Oysaki bu söz konusu mikro
düzeyde canlılar kendileri için elverişli şartlar oluştuğunda bir anda
fonksiyonel hale gelip bize canlı varlıklar olduğunu hissettirebiliyorlar. Örnek
mi? İşte virüslerin canlı bir organizma üzerinde konuk olduğunda hastalık
oluşturmaları bunun en tipik örneğini teşkil eder. Hakeza ölü toprağın bağrında
azot bağlayan bakterilerin toprağı adeta iri ve diri tutma faaliyetleri de
canlı oluşunu hissettiren bir örnek faaliyetidir. Sonuçta virüste olsa
bakteride olsa onlarda DNA ve RNA’dan mahrum canlılar değillerdir, böylece onlarda dolaylı yoldan bir şekilde
DNA’ya dirlik katan sudan istifade etmiş olmaktalar.
Velhasıl-ı kelam; biyolojik hayatta dirlik
denen hadise su molekülünün bir ayağını oluşturan hidrojen iyonunun DNA’nın
yapısında aktif rol oynamasında gizlidir.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/yazar/selim-gurbuzer/dnaya-dirlik-veren-su-mu-5798-kose-yazisi